Röportaj: Reşit ÖZET
Fotoğraflar: Onur AYDIN
*Maya Hanım geçtiğimiz aylarda bir ilke imza atarak sessiz müzayede düzenlediniz. Sessiz müzayedenin açılımından biraz bahseder misiniz?
Adı üstünde ‘sessiz’ bir şekilde gerçekleşiyor. Her eserin fiyat aralıkları var. Mesela bir eserin fiyatı 100 bin TL diye düşünelim. Siz bana gelip diyorsunuz ki ‘Maya Hanım, ben bu esere 100 bin TL’ye talibim’, ben de bu fiyatı tablonun üstüne yazıyorum. Eğer başka birisinden teklif alırsam size haber vereyim mi diye soruyorum karşı tarafa, genellikle bunun cevabı ‘evet’ oluyor. Eğer başka birinden mesela 110 bin Tl gibi bir teklif alırsam, karşı tarafa bunu tekrar soruyorum. Bu bir hafta boyunca böyle devam ediyor. Heyecanlı bir süreç. İnsanlar merak ediyor. Takip etmek istiyor, biz de haberdar ediyoruz. O bir haftanın sonunda en yüksek fiyatı veren kişi o eserin yeni sahibi oluyor. Ocak ayındaki Sessiz Müzayede’de biz bunu yaptık. Son derece iyi geçti. Önemli Uluslararası eserleri Türk koleksiyonlarına kazandırdık. Yeni ve genç koleksiyonerler bu Sessiz Müzayede ile bu işe gönül verdi. Zor bir zamanda yaptık. Piyasanın çok hareketli olmadığı bir dönemde yaptık. Biz, inandığımız bir şeyi Türkiye’ye ilk kez getirmek istedik. İyi bir sonuç aldığımızı düşünüyorum.
*Müzayede sonrası nasıl tepkiler aldınız? Sessiz müzayedeler devam edecek mi?
Elbette devamı gelecek. Biz, tek atışlık oyunlarda yokuz. Maraton koşucusu olmak misyonumuz. Daha iyisini yapmak her zaman hedefimiz. Sanatsever dostlarımız, bütün öğrenciler geldi, galerimizi gezdiler. Bütün eserlerle tanıştılar. Bizimle sohbet edip, bilgi aldılar. Bunların hepsi iyi alışverişler. Biz tatmin olduk. Dolayısıyla müşterilerimizi ve dostlarımızı da memnun ettiğimizi düşünüyorum.
*Normal bir müzayede ile sessiz müzayedeyenin hazırlık aşaması nasıl oluyor? Farklılıklar neler?
Hazırlık aşaması aşağı-yukarı aynı diyebilirim. Çok ciddi bir katolog çalışmamız var. Katologlarımıza çok önem veriyoruz. Bir referans kitabı iddiasını taşıması bizim için her zaman çok önemli. 50 senedir bu hep böyledir. Güncel bilgilerin olmasına çok özen gösteriyoruz. Dolayısıyla ön aşaması çok benzerdir. Şöyle söyleyeyim, mutfak kısmı için eserlerin birebir baskılarını yaptırıyoruz. Bu son koleksiyonerimiz Amsterdamlı’ydı. Çok büyük bir koleksiyonun bir parçasını seçmiştik. Eserler gelmeden, fotoğraflar bize ulaştı. Onları birebir aynı bastık. Galerinin her tarafına ben yerleştirdim. Sonra kaldırdık, babam yerleştirdi. Sonra ben onu tekrar kaldırdım. Tatlı kavgalar derken, nihayetinde ortak noktada buluştuk. Eserler geldikten sonra sergilenişi tekrar revize ettik. Bazı müzayedelerimiz de o eserler için veya genel modern sanat, çağdaş sanat, klasik sanat, batı sanatıyla ilgili uzmanları davet edip burada mini konferanslar veriyoruz. Müzayede öncesi çalışmalar bu tip şeylerden geçiyor. Canlı müzeyede ve sessiz müzayede arasındaki en büyük fark, adrenalin. Evet, sessiz müzayede kendi içinde çok heyecanlıydı ve çekişmeliydi. Ama canlı müzayede de o adrenalin çok farklı bir şey ve müzayedeci aynı zamanda orda ciddi bir şovmendir.
*Adrenalin demişken, ilk o kürsüye çıktığınız da neler hissetiniz?
Orkestra şefi olmak için benim daha epey yol kat etmem lazım. Dünyada önemli müzayedecileri iyi tanıyorum. Babam Raffi ile beraber çok sık dünyadaki müzayedeleri geziyoruz. En favorim bugüne kadar babam Raffi Portakal’dır. Babamı en çok eleştiren evlatlardan birisiyim diyebilirim. Dolayısıyla bunu çok objektif bir şekilde söylüyorum. Diğer favorim ise Simon du Pury. Kürsüye çıkarak sadece rakamları telafuz etmek kolay bir meslek değildir. Eserin ruhunu bilmelisiniz, öyle bir kelimeyle onu ifade etmelisiniz ki ne satanı madur edeceksiniz ne de alanı rahatsız edeceksiniz. Çok denge var, çabuk düşünmek lazım. İşimi çok seviyorum, ama elbette daha öğreneceğim ve deneyimleyeceğim. İlk müzayedem ise; Bir gün İsviçre’deydik. Betül Mardin, babama telefon açtı. Koç müzayedesinde ortak bir bağış müzayedesi için Raffi dedi, senden bir yardım istiyorum. Babam da dedi ki; Betül Hanım, ben İsviçre’deyim, bu kez beni affet. O zaman kızını yolla dedi Betül Mardin. Babam da tamam gelir dedi, kapattı telefonu. O güne kadar hiç tek başıma müzeyede yapmamıştım, babama asistanlık yapıyordum. Babam bana git dediğinde, sensiz yapamam ben dedim. Babam gitmem için çok ısrar etti. Ben hep babamın yanında çok şey öğrendim. Ama bunun için cesaret lazımdı. Ama bir yerden başlamak gerekiyordu. Bende o zaman kendimi bu iş için çok motive ettim. İstanbul’a döndüm ve Betül Hanım ile hemen toplantı yaptık. Müzayede günü geldiğinde inanılmaz heyecanlıydım. Betül Hanım, kürsüye çıkarak duygusal bir konuşma yaptıktan sonra bana adeta kol kanat açtı. İnanılmaz heyecanlıydım kürsüye çıktığımda… O müzayede su gibi aktı. O müzayede de birkaç eser satılmıştı ve bağış müzayedesiydi. Bu şekilde yola çıktık diyebilirim.
'Babamla çalışmak kolay değil'
*Babanız Raffi Bey ile birlikte çalışmak oldukça avantajlı olmalı… Babanız işte nasıl biri? Prensipleri neler? Olmazsa olmazları var mı?
Babam son derece zor bir karakterdir. Çok disiplinli, çalışkan, yenilik peşinde kolay tatmin olmaz ve çok beğenmez. Motive edişi çok farklıdır, her işi hemen kabul etmez. Kolay değil beraber çalışmak. Çok öğretici ve çok kamçılayıcıdır. Her gün okuldayım diyebilirim. Çok şanslıyım, şükrediyorum. İnşallah bende çocuğuma aynı şekilde verici ve eğitici olabilirim.
*Sayısız müzayedeye çıktınız. Çok heyecanlandığınız müzayedeler var mı?
Her müzayede kendi içinde başka bir dinamiği beraberinde getiriyor. İlla çok pahalı eserler olması şart değil, güzel heyecanı yaşamak için. Mesela bir Emin Bar’ın koleksiyonu vardı, benim için çok önemliydi. Sanırım özel koleksiyonların gün yüzüne çıkması onların yeni sahipleri ile el değiştirecek olması başka bir heyecan katıyor diyebilirim. Ama her müzayedenin kendine özgü ayrı bir heyecanı var.
*Geçtiğimiz yıl anne oldunuz. Bu süreci anlatır mısınız? Bebeğinizi ilk kucağınıza aldığınızdaki duygularınızı paylaşır mısınız?
Hamileliğimin son zamanlarında bir çanta müzayedesi yapmıştım. Kendimi de çok yormuşum o zaman. Hamileliğimin son 2-3 ayı zor geçti. Geçtiğimiz Mart ayında kızımızı kucağımıza aldık. Müthiş bir his, tarifi çok güç. Çok büyük bir sevgi, çok büyük bir değişim. Büyük bir adaptasyon ve ben kolay adapte olamadım. 10-12 yıldır çalışıyorum, ondan önce de sosyal hayatım renkliydi. Dolayısıyla daha fazla eve ve ev hayatına dönük yaşamak, benim için kolay olmadı. Bu süreçte psikolojik yardım da aldım.
'En büyük sorumluluğum anne olmak'
*Anne olduktan sonra hayatınızda neler değişti? Hayata bakış açınız hangi yönde değişti?
Önce anneyim ve en büyük sorumluluğum bu. Aynı şekilde işim de benim için çok büyük bir sorumluluktur. Ben 4. Jenerasyonum, onu ileriye taşımak, gelecek nesillere bırakmak hissiyatını bedenimde hissediyorum. Kızıma en iyi eğitimi vermek benim için en büyük öncelik. Sevgi ile yaşatmak, ayaklarının yere çok kuvvetli basabilmesi, kendini iyi tanıması, kendine yetmesi gibi daha evvel hiç düşünmediğim muazzam öncelikler var. Bakalım hayat bize ne gösterecek.
*Lohusalık dönemleriniz nasıl geçti? Yardım aldınız mı?
Oldukça zor geçti. Profesyonel bir yardım aldım. Doktorum bana müthiş bir kapı açtı. Bana bunun ne kadar normal olduğunu ve hızlı geçeceğini anlattı.
*Eşiniz İbrahim Bey ile kızınızın ilişkisi nasıl?
Eşim İbrahim şahane bir baba. Kızıyla ilk günden itibaren diyaloğu çok kuvvetli. O bana ve kızına destek oldu. Bunu her baba hemen yapamaz. Dolayısıyla çok şanslıyız.
*Kızınız doğduktan sonra, geçmiş hayatınız da neleri yapmayı özlediniz?
Seyahat, geceleri dışarı çıkmak, eve geç dönmek bunları özledim. Onlarında zamanı gelecek tabii.
*Geriye dönüp baktığınızda keşkeleriniz var mı?
Küçük şeyleri kafamda çok büyütürüm. Mükemmelliyetçi taraflarım var, onlardan kurtulup kendime daha az stres yaratmak isterdim. İnsanların düşündüklerini ve söylediklerini çok ciddiye alırım. Bunları dinleyip, biraz daha az içselleştirmeyi tercih ederdim.
*Raffi Bey'in torunuyla ilişkisi nasıl?
Çok iyi. Babamın sesi çok yüksek, bu yüzden bence kızım hafif korkuyor. Onun hoşuna gitsin diye hep bir tezarruhatla geliyor. Birbirlerine alışıyorlar.
*Hayatınızda yaptığınız yada yapmayı hayal ettiğiniz en büyük çılgınlık ne olabilirdi?
Çok zor bir soru ama herhalde paraşütle uçaktan atlamak olurdu.