Röportaj: Reşit Özet
Fotoğraflar: Kahraman Doğan
Sizi kısaca tanıyabilir miyiz?
A A: Medyada satış ve pazarlama alanında yöneticilik yaparak iş hayatına başladım. Ayrıldıktan sonra kendi işimi kurmak istedim. Son 3.5 yıldır Hindistan’ın dünyaca ünlü mücevher firması Gem Palace’ın Türkiye temsilciliğini yapıyorum.
Gem Palace ile tanışma hikayenizi anlatır mısınız?
A.A: 9.5 yıl medyada çalıştıktan sonra iş hayatımda bir değişikliğe gitmek istiyordum. Aslında aklımda belirli bir proje de yoktu ama yine de kararımı vermiştim ve televizyondan ayrıldım. Hemen akabinde birkaç arkadaşımızla beraber Hindistan’a bir seyahat gerçekleştirdik. İşte o seyahatte yabancı dergilerde rastladığım ve özellikle yabancı dostlarımdan dinlediğim Gem Palace’ı turist olarak ziyaret ettim. Markanın tarihine, mücevherlerine, enerjisine ve doğulu atmosferine hayran kaldım. İstanbul’da bir temsilcilik ofisi açma fikri de bu seyahatte oluştu. Ama eşim Murat ve beraber seyahat ettiğimiz bir arkadaşımızın bana olan inançları ve destekleri olmasaydı belki de bu fikir sadece güzel bir hayal olarak kalacaktı. Onların da verdikleri destekle görüşmelere başladım. Gem Palace, Hindistan’ın yaşayan en eski mücevher firması. Türkiye temsilcilik ofisi için sahiplerini ikna etmek 1 yılımı aldı. Önce dost olduk, sonrasında da gerisi geldi. Bugün herkese vermedikleri bu ayrıcalığı bana verdikleri için hayatta her şeyin iş bazlı olmadığını, karşılıklı iletişimin, sevgi, saygı ve güvenin çok daha önemli olduğunu artık biliyorum.
Dünyaca ünlü bir mücevher markasının Türkiye temsilciliğini aldınız. Mağazanızı ilk açtığınızda nasıl tepkiler aldınız?
A A: Aldığım tepkiler gayet olumluydu. Tahminimden daha fazla kişi Gem Palace’ı tanıyordu. Bu işe başlarken hayalini kurduğum düzen yurtdışındaki bazı antikacılarda olduğu gibi ağırlıklı olarak randevuyla gelinmesi üzerineydi. Böylece gelen misafirlerimle birebir ilgilenme imkanı bulabilecektim. Ayrıca kimse acele bir karar vermek zorunda hissetmeyecek, çok daha keyifli vakit geçirecek, markayı da daha yakından tanıyacaktı. İtiraf etmek gerekirse; ''Hayalini kurduğum bu düzen acaba yadırganır mı?'' diye endişelenmedim değil. Ama şimdi herkesin memnun kaldığı ve çok da keyif aldığı doğru bir karar verdiğimi görüyorum.
Gem Palace markası daha çok kimlere hitap ediyor? Diğer markalardan ayrılan en belirgin özellikleri neler?
A A: Bence Gem Palace’ın en belirgin özelliği gerçekten herkese hitap etmesi. Herkes derken her yaş grubunu, hem kadını hem erkeği, her tür beğeniyi ve her gelir grubunu kastediyorum. Mücevher sektöründe bu denli geniş bir kitleye hitap eden fazla marka olduğunu sanmıyorum. Çizgi olarak hem klasik hem modern parçaları farklı fiyat kategorilerinde bir arada bulmak mümkün. Türkiye temsilcilik ofisi ise daha küçük ve butik bir anlayışla oluşturuldu. Daha sınırlı adette fakat özenle seçilmiş birbirinden farklı çizgideki parçalardan oluşuyor. Fiyat anlamında da çeşitliliğe mutlaka dikkat ediliyor.
Gem Palace mücevherlerini dünyada en çok kimler kullanıyor? Ülkemizde kimlerin taşımasını isterdiniz?
A A: Dediğim gibi Gem Palace her bütçe için ve herkes için üretim yapan bir firma. Bu nedenle sırt çantasıyla dolaşan gezginler de, Kraliyet ailelerinin fertleri de, Hollywood yıldızları da, ünlü şarkıcılar da Gem Palace’tan ürün alıyorlar. Şayet ünlü birkaç isim duymak istiyorsanız günümüzden bazı isimler sayabilirim; İngiltere, Hollanda, İsveç kraliyet aileleri, Angelina Jolie-Brad Pitt, Nicole Kidman, Paul Mc Cartney, Sting, Mick Jagger, Rihanna, Gwen Stefani, Susan Sarandon, Goldie Hawn, Richard Gere ayrıca Giorgio Armani, Oscar de la Renta, John Galliano gibi ünlü modacıları da sayabilirim. Hatta 2-3 yıl önce Alexander Mc Queen ve Ralph Lauren de hem defilelerinde hem de reklam kampanyalarında koleksiyonlarını Gem Palace mücevherleri eşliğinde tanıttılar. Ayrıca büyük sanayici aileler hatta Paolo Bvlgari gibi mücevher evi sahipleri de müşterileri arasında. Ülkemizde de ilgi duyan herkesin üzerinde Gem Palace ürünlerini görmek beni tabii ki çok memnun eder.
İş hayatında hedeflediğiniz yerde misiniz? Hayalinizdeki mesleğimi yapıyorsunuz?
A A: Hırslı bir yapım olduğunu söyleyemeyeceğim. Sürekli önüne bir takım hedefler koyanlardan değilim. Mutlu olmak benim için çok daha önemli bir kriter. Bu nedenle sürekli fırsat peşinde koşmak yerine, karşıma çıkan fırsatları elimden geldiğince düzgün bir şekilde değerlendirmeye çalışmak yapıma daha uygun. Sonuçta bugün mutluyum, önemli olan da bence bu…
Sizin de çocukken hayalini kurduğunuz bir meslek var mıydı?
A A: Ben ilkokuldayken büyüyünce astronot olma fikri çok modaydı. Ben de mesleki hayallerime ''Büyüyünce astronot olacağımı'' temenni ederek başladım. Bir dönem arkeolog olmak istedim. Sonra gazeteciliğin daha eğlenceli olacağına karar verdim. Gerçi gazeteci olmadım, hep arkada, idari tarafta görev aldım ama sonuçta 9.5 yıl medya havasını soluduğum için bu sonuncu hayalimi kısmen gerçekleştirdiğimi düşünüyorum.
Eşiniz Murat Atabarut, başarılı bir mimar. Sizin bu işe başlamanızda etkisi nasıl oldu?
A A: Eşimin etkisi çok büyük tabii ki. Her şeyden önce ilk seyahatimiz esnasında bu işi hafif espriyle karışık konuşurken ciddi bir şekilde düşünmemi sağladı. Devamında, Gem Palace’ın sahiplerini ikna etme sürecinde verdiği fikirlerle hep yanımda oldu. Ayrıca Hindistan’daki doğulu atmosferin bir benzerini ancak çok daha güzelini ve keyiflisini buradaki ofis ortamında yarattı.
Sizin ve eşinizin yaptığı iş, göze ve estetiğe hitap ediyor. İş üzerine sohbetleriniz oluyor mu?
A A: Oluyor tabii ki. Biz de herkes gibi günümüzü nasıl geçirdiğimizi, işimizin zorlu ve eğlenceli anlarını birbirimizle paylaşıyoruz.
Sosyal sorumluluk projelerinde yer alıyor musunuz? Bir dernekte çalışıyor musunuz?
A A: Herhangi bir derneğe üye değilim. Böyle bir vakit bulmakta zorlanıyorum açıkçası. Bu nedenle daha ziyade aklıma yatan projelere bireysel destek vermeye çalışıyorum. Fakat özellikle destek vermeye çalıştığımız, bütün yakınlarımıza tavsiye ettiğimiz bazı adresler var tabii ki. Bunlardan biri “Sokak Hayvanlarını Yaşatma ve Koruma Derneği”. Ayrıca bu dernek gibi aynı konuya gönül vermiş diğer birçok derneği de tek bir çatı altında toplayıp bünyesinde barındıran HAYTAP’a yani Hayvan Hakları Federasyonu’na da destek verilmesini öneriyoruz. Gelişmiş ülkelerde sokaklarda bu denli başıboş hayvan görmüyoruz. Petshop’tan satın aldığı hayvanı 2 gün sonra bakamayacağını anlayıp sokağa bırakan öyle çok insan var ki… Neyse ki artık bu konu siyasetçilerimizin de dikkatini çekmeye başladı. Ele alındığı takdirde orta vadede büyük aşama kaydedilebilecek bir konu. Birçok medeni ülkede olduğu gibi Türkiye’de de sokak hayvanlarına kötü muamelenin kanunlar nezdinde ceza kapsamına gireceğini umuyorum.
İşten arta kalan zamanlarınızı nasıl geçiriyorsunuz?
A A: İşten arta kalan zamanımı en çok evde geçirmeyi seviyorum. Ayrıca yakın arkadaşlarımızla ev yemeklerinde ya da bir restoranda buluşmak da çok keyifli oluyor. Kışın film seyredip, kitap okumayı, yazın ise 2-3 günlük kısa seyahatleri seviyorum. Aslında İstanbul’da yapacak çok şey var fakat maalesef trafik o kadar zamanımı alıyor ki yoğun bir sosyal hayattan uzak durmayı tercih ediyorum.
Eşiniz Murat Bey'le nasıl tanıştınız?
A A: Bir davette tanıştık.
İstanbul'un ve şehrin dışı Riva'da orman içerisinde Taş evde oturuyorsunuz. Burada doğa ve hayvanlarla iç içe bir yaşam sürüyorsunuz. Buradaki yaşamınızı anlatır mısınız? Hangi hayvanlarlar var burada?
Hafta içi her gün çalıştığım için evin keyfini ancak hafta sonu yaşayabiliyorum. Bu nedenle hafta sonu evden dışarı çıkmayı hiç sevmiyorum. Kışın evde kitap okuyup film izlemekten keyif alıyorum. Tarihi romanları okurken zamanın nasıl geçtiğini unutuyorum. Bu aralar çok aksatmama rağmen vakit buldukça piyano çalıyorum. Baharda ve yazın ise bahçede vakit geçirmeyi seviyorum. Bize yakın evleri olan çok yakın birkaç dostumuz var. Bazı hafta sonları da onlarla beraber vakit geçiriyoruz. Pazar öğle yemeklerinde birbirimizin evlerinde buluşuyoruz. Beslediğimiz, tavus kuşları, köpekler, güvercinler, baykuş ve hatta bir tanede gelinciğimiz var.
Modayla aranız nasıl? Kendi giyim stilinizi anlatır mısınız?
Ben modada klasikten yanayım. Bu nedenle çok sıkı bir moda takipçisi değilim. Ne var ne yok tabii ki fikir sahibi olmaya çalışıyorum ama kalıcı olmayan kısa dönemli modayla ilgilenmiyorum. Klasik olan bence her dönemde güzel…
İstanbul'un en çok nerelerini seviyorsunuz?
En çok Kapalıçarşı’yı, Sultanahmet bölgesini ve Boğaz’ı seviyorum. İşyerim Nişantaşı’nda ve Nişantaşı tabii ki vazgeçilmezim. Bir de çok az gitmeme rağmen Bağdat Caddesi’ni çok canlı ve pozitif bulurum. Bu saydığım yerlerin hepsi bana kendimi iyi hissettiriyor.