X

Maalesef ülkemizde böyle bir durum var. İnsan sürekli kendini açıklamak, ifade etmek zorunda kalıyor. Çünkü ciddi hesap soruyor bir kesim. Hatta hiç dinlemeden direkt suçluyor. Hiç sorgusuz, sualsiz, araştırmadan hem de. Bakınız en son nasibini Deniz Çakır almış bu suçlamalardan. Dizi iki hafta çekimlerini durdurdu yayınlanmıyor, aman aman söylenmedik söz bırakmamışlar. Oysa ki biraz araştırsalar öğrenecekler, bilecekler yeni yıl zamanı tüm ekranlardaki dizlerin biraz mola verdiğini. Dizilerin ilk hafta tekrarlarının yayınlandığını. Ama araştırmıyorlar ki, bilmiyorlar ki. öğrenmek istemiyorlar ki...

 

 

 

Deniz Çakır da haliyle "Bence siz beni sevmeyin. Çünkü ben pek sevmedim" diye isyan etmiş. Uzun bir yazı yazmış. Anlatmış da anlatmış. Uzun yıllardır çalıştığını, hiç izin yapmadığını, tüm ekibin şu an tatilde olduğunu, bu verilen aranın kendisiyle alakalı olmadığını anlatmış.

 

 

 

Gerek var mı acaba bu kadar anlatmaya? Cevap vermemek mi, vermek mi? En doğrusu? İşte asıl mesele bu. Yani tartışılan bu. Sosyal medyada eleştirilere yanıt vermek mi gerekiyor vermemek mi gerekiyor? Kimi uzman "Aman sakın yanıt vermeyin" derken kimi "Vermek lazım. Sevenlerinizi ciddiye aldığınızı göstermek gerek" demiş. İyi de nasıl anlayacağınız hangisi yumurta kafa, hangisi gerçek? Bunu gerçekten anlamak, bilmek, bulmak çok zor. Biri sizi eleştiriyor siz yanıt veriyorsunuz, hemen saniyesinde "Ay ben sizi çok seviyorum, bayılıyorum aslında" diye geri vites yapıyor. Ben o yüzden yanıt vermeyi bıraktım. Tamamen onları kendi haline bırakıyorum. Bir dönem sonra Deniz Çakır da bırakacak. Bakınız Bergüzar Korel, Beren Saat yanıt verdiler, kendilerini anlattılar ama ne oldu? Olmadı... Çünkü hiçbir şey değişmiyor. İnsanlar dinlemiyor, anlamıyor, öğrenmek istemiyor. Ve sanatçıya sosyal medya aracılığıyla çok çabuk ulaştığı için aşağılamaktan hoşlanıyor, bayılıyor, "Bak ben eleştirdim o da bana yanıt verdi" diye hava atmaya başlıyor etrafta. İşte bizim sosyal medyayla imtihanımız bu. Gelişmiyor, geliştirilmiyor. Bu yazıya benzer bir yazıyı sanırım 4 sene önce de yazmıştım. Yine yazıyorum. Anlayacağınız hep aynı hatta daha da fena.

 

 

 

Ödül töreni sonrası

 

 

 

Altın Küre ödül törenini izledikten sonra bir kez daha kendime şunları tekrarladım:

 

 

 

1-bizim ülkemizde ödül töreni olmaz, olamaz.

 

 

 

2-Bizim sanatçılarımız tören bitene kadar o salonda oturmaz.

 

 

 

3-Bizde hiçbir ödül töreni böyle güzel bir açılış yapamaz.

 

 

 

4-Bizde hiçbir ödül töreninde kırmızı halı bu kadar güzel olamaz.

 

 

 

5- Yok kardeşim, biz bu işi öğrenemiyoruz, öğrenemeyeceğiz. Nokta.

 

 

 

'İçerde'yi internetten izledim

 

 

 

Ben de her pazartesi birçok kişi gibi 'İçerde'yim. Bu pazartesi akşamı da İstanbul'daki yoğun kar nedeniyle evimize kapandık. Mısırlarımızı patlattık, koltuğumuza kurulduk, 'İçerde' olmaya hazırlanıyorduk ama o da ne çalışmıyor Digitürk. Kart çıkar tak, fiş çıkar tak. Ama yok olmuyor. Klasik yok işte, gelmemiş hala. 2 gündür çalışmıyor. Hemen bilgisayardan SHOW TV'yi açtık. Ekrana bağladık. Oh mis gibi, hem ana haberi SHOW Haber'den izledik hem de 'İçerde'ye girdik.

 

 

 

Karda eve kapanınca

 

 

 

-Herkes kendini yemeğe verdi.

 

 

 

-Herkes kendini dizi izlemeye verdi.

 

 

 

-Digitürk birçok kişinin evinde çalışmadığı için internetten yabancı diziler izlendi bol bol.

 

 

 

-Netflix ve Blutv ile kar sayesinde tanıştım. Şu ara 'Blacklist' ve 'The Young Pope' arasında gidip geliyorum.

 

 

 

Siz Uyurken

 

 

 

-Aslında tüm mekanlar uyudu. Kimse kapılarını açamadı. Açan mekanlar oldu tabii. Ama çok az. Bu kez kar izin vermedi, canlı müzik sustu.

 

 

 

-En çok konuşulan siz uyurken muhabbeti "Yollar açık mı?", "Ben oraya gelebilir miyim?" oldu.