Cuma gecesi bir arkadaşım "Aman Allah'ım Sezen Aksu'yu dinledin mi?" diyor, gece boyunca ara ara Sezen şarkılarını sürekli mırıldanıyor dudaklarını Sezen gibi büzerek. Yanımızda şarkıları hiç dinlememiş olan başka birine telefondan açıp açıp dinletiyor. Akşam 20.00'den sabah 04.00'e kadar 4 mekan değiştirdik ve sürekli aramızda Sezen Aksu şarkıları vardı. Tüm bu olanlar arabada, takside, aralarda ve mekan içinde oluyor. Tıpkı eskiden, ah çok eskiden olduğu gibi.
Albümü dinleyen, dinlemeyene "Bak bunu da dinle, bunun şu sözlere bak" diyor. Arabalarda son ses şarkılar açılıyor, hiç dinlemeyen arkadaşa dinletiliyor, hep bir ağızdan ezbere şarkılar söyleniyor. Eski günlerde böyleydik işte. Yeni bir albüm, yeni bir film çıktığında bu heyecandaydık. Sarılırdık güzel ve kaliteli şeylere. Bu kadar siyaset konuşmazdık. Şarkıları, filmleri konuşur, yorumlar, ezberlerdik. Albümlerin milyon sattığı günlerde böyleydik. Bu kadar siyasetin olmadığı günlerde.
Filmler de böyleydi. Bir filmden çıkınca hemen izlemesini istediğimiz kişiyi arar "Mutlaka izle" derdik. Cumartesi gecesi de Golden Globe'dan yedi ödülü kapmış 'La La Land'a nihayet gidebildim. Film sonrasında ve cuma günü Sezen Aksu konuşması sonrasında anladığım şudur ki:
1- Sezen Aksu'nun 'Biraz Pop Biraz Sezen' şarkılarını ilk kez dinleyen kişi, dinleten arkadaşına gecenin sonlarına doğru "Sen bence şarkıları zorla sevmeye çalışıyorsun, onu hissediyorum" dedi.
2- Ve ben cumartesi 7 ödül almış ve birçok kişinin "Harika film" dediği 'La La Land'ten çıkınca "İnsanlar güzele hasret" demekten kendimi alamadım.
Kadir Kaymakçı'nın önceki gün yazdığı "Artık Sezen mi aşık olamıyor yoksa ben mi aşkta profesyonelleştim" sözü gibi. Evet işte biz Sezen Aksu şarkılarına tutulmaya çalışıyoruz, zorlayan çok insan var. Ama biz daha iyilerini dinledik. 'La La Land'i "Öldüm, bittim, şaheser" diye yorumlayan arkadaşlarımı düşününce şimdi çok iyi anlıyorum ki gerçekten güzel şeylere büyük hasret duyan bir nesil var. Yani biz. Daha iyilerini dinleyen, izleyen gören nesil ciddi acı çekiyor farkında olmadan. Çünkü siyaset boğulması içinde güzel bir arayış içinde savruluyoruz.
Merhaba, nasılsın, zayıfladın mı?
Yıllara meydan okuyan Ayşegül Aldinç'le karşılaştım önceki gün. Aldinç malum kilosunu koruyan, güzel, bakımlı bir kadın. Ama artık o da kilo muhabbetinden daralmış. Son yıllarda insanların sürekli birbirine karşılaşınca "Merhaba canım nasılsın? Ne kadar zayıflamışın" ya da "Kilo mu aldın sen?" diye başlayan cümleler kurmasından bıkmış, isyan ediyordu. Ayşegül Aldinç "Yahu eskiden hiç bu kilo muhabbeti olmazdı. Ne oldu bu insanlara?" diye isyan etti. Haksız sayılmaz. Kilo ile çıldırmaya az kaldı dönemindeyiz.
Caz severlere
"Caz sevmem" diyor 'La La Land'de oynayan karakter Mia. Ama sonra caza aşık oluyor. Fakat ben cazı çok severim. Eskiden bu şehirde caz kulüpleri olurdu. Dünyaca ünlü starlar gelir, mini kulüplerde caz dinletileri yapardı. Şimdi pek öyle mekanlar yok. Hatta hiç yok diyebiliriz. Uzun süredir gitmediğim Atiye Sokak'taki Nopa'da böyle bir sürprizle karşılaştım. Meğer o gün başlamış. Şef Deniz Ahmet Köse'nin güzel yemeklerini yemeğe gitmiştik, iki güzellik aynı anda çıktı karşımıza. Harika bir caz müziği ve güzel yemekler. Benim gibi meraklıysanız kaçırmayın. Güzel bir mekanda, tam da karmaşadan uzakta, güzel birkaç saat geçirmek için ideal.