-Şu seçim bitsin bakalım.
-Seçimleri bekliyorum.
-Seçim bitsin tanıtımı öyle yapacağım.
-Seçim bittikten sonra dükkanı açıyorum.
-Seçim bitsin hele öyle gidip kızı isteyelim.
-Seçim bitsin öyle karar vereceğim.
-Oy kullanayım direk alana. Tatile gidiyorum on gün yokum.
Klasik cümleler bu seçim içinde kuruluyor.
Seçim sonrası Ramazan ayı geliyor. Aynı cümleler yine duyulacak. Ardından bayram ve yaz.
Yani şu başlayacak işler, tanıtımlar neyi bekliyor ki, bu seçim bizim doğal rutinimiz artık. Alışmadık mı?
Seçim demişken Çok fazla siyaset yazmamaya özen gösteriyorum. Ki genellikle de yazmıyorum. Çünkü ben herkesin anladığı konularda ahkam kesmesinden yanayım. Ama bu seçimde aklımda kalan: -Binali Yıldırım’ın sessiz, sakin konuşup samimi anlatması. Kendini ne güzel dinletiyor. Her zaman onunla program yapan ve soru soran gazeteciler daha rahat, daha güvende hissediyor kendini bence. Ben izlerken öyle hissediyorum. Ve kesinlikle daha keyif alıyorlar. Ben de kendisiyle bir akşam yemeğine ve sohbete katılmıştım. Gerçekten Binali Yıldırım hoşgörüsü, sakinliği, sohbeti ve samimiyeti diye bir gerçek var. Esprileri ayrıca daha da sohbete keyif veriyor. -Her gün kapımda bir gül ya da bir mektup, ya da bir broşür ile karşılanıyorum. Mahallenin muhtar adaylarının yanı sıra Mustafa Sarıgül’den gelen mektuplar var tabii. -Ekrem İmamoğlu’nun “Beni eleştirin, bana her türlü soruyu sorun, beni didik didik didikleyin” diye gazetecileri rahatlatması. -Mahalle parklarında salıncağa binen ya da çocuklarla koşturan belediye başkanlarını da unutmayacağım. -Ve seçim reklamları, şarkıları bu seçimden bana yadigar. Televizyonda her şehrin belediye başkan adayının reklamları çıkıyor. Öyle ki, ara ara bazıları acayip dilime dolanıyor. Bir bakıyorum kendimi o şarkıyı ve o adayın adını söylerken buluyorum. Sonra “Acaba o aday hangi partidendi, ya da nereden adaydı” diye düşünmeye başlıyorum. Düz, sade Bülent Ersoy nasıl olur sizce? Ben bundan yıllar önce Bülent Ersoy’a bir çağrı yapmış ve şöyle demiştim: “Tamam uzun tırnaklarınız, kocaman takılarınız, abartılı makyajınız ve kıyafetleriniz ile sizi böyle seviyoruz. Ama bizi bir gün şaşırtın. Dümdüz kalem etek bir siyah elbise, sade takılar, sade makyaj ve kısa tırnaklarla karşımıza çıkın. Sizi görünce şöyle bir durup şaşıralım...” Ama tabii çağrıma karşılık gelmedi. Önceki gün Gülşah Saraçoğlu’nun kıyafeti ile Bülent Ersoy’u görünce “Ah dedim. Bu da bir değişim. Hayatımda ilk kez dümdüz siyah bir elbise ile görüyorum kendisini” dedim. Ama sonra tabii kıyafetin arkasını görünce “Eh dedim Bülent Ersoy’un sadece siyah bir kıyafet giyeceği beklenebilir mi? İlla ki bir abartı olacak.” İşte efendim kıyafetin önü ve arkası. Ama benim çağrım her zaman baki. İnşallah bir gün bir modacı Bülent Ersoy’u çok sade şekliyle de bize güzel gösterebilir. Çünkü bunu merak ediyorum. Bence çok yakışacak. Evin salonu gibi Son aylarda sessiz sedasız bir mekan yükselişe geçti. Adı Kafi. Yeri Akaretler'de, bir otelin en üst katı. Mini minnacık. Evin salonu gibi. Gizli, kapaklı, gözlerden uzakta. Kimi ararsanız orada. Magazin dünyasının ünlülerden tutun sosyetiklere kadar Geçen akşam gittik. Sahnede Mert Davran vardı. Yine izleyenleri bir uzaklara yani 90’lara götürdü, bir şimdilere getirdi repertuarı ile. Mekanda kimse yerinde oturmuyordu. Herkes ayakta, şarkılara eşlik edip, dans ediyordu. İnsanlar bir zaman sonra ellerindeki telefonları da bıraktı. Kimsenin elinde telefon yok herkes sadece o anını yaşıyor, anın tadını çıkartıyor ve eğleniyordu. Şöyle durdum ve baktım. O an, tıpkı şarkılar gibi 90’lardaki gibiydi. Eskiden ne telefon ne sosyal medya. Özgürdük. Sadece o anın tadını çıkartır ve eğlenirdik. Keşke yeniden o günlere o anlara dönebilsek ama nerde. Çok ama çok zor. İşletmeci Mehmet Davran da Kafi’ye danışmanlık vermeye başlamış. Çok sevindim. Çünkü ben Davran kardeşlerin enerjini çok ama çok seviyorum. Bence Kafi bu yaz hızlanması ve hatta Alaçatı ya da Bodrum semalarına doğru yelken açmalı. Çünkü Kafi’nin havası bana eski mekanları hatırlattı. Nispet’i, Bodrum’daki Han’ı. Ve daha nicelerini.