X

Bizler turist olarak gittiğimiz yerin en iyi, en popüler restoranına, semtine, kahvaltıcısına, kulübüne gitmeye çalışıyoruz. Hatta tarihi yerlerini geziyor mutlaka bir müzeye gidiyoruz.

 

Arada derede de birkaç alışveriş derken iki günde helak oluyoruz ama genel olarak gittiğimiz birçok yerde görmedik yer bırakmıyoruz.

 

Yani tabii hiçbir şehir için iki gün yetmez ama illa ki yetiştiriyoruz. Yani “A bak oraya da gidemedik” pek demiyoruz. Genel kabataslak hakim oluyoruz gittiğimiz şehre.

 

En son seyahatimizde arkadaşlarımla birbirimize sorduk?

 

“Acaba turist olarak gezmeye İstanbul’a gelsek cuma-pazar yeter mi?” diye.

 

Yani cuma günü sabahtan geldik, pazar akşam en geç uçakla döndük diyelim.

 

Nereye gitmek gerek.

 

E vallahi önce Sultanahmet'e gitmek gerek.

 

Topkapı Sarayı, Ayasofya, Dolmabahçe Sarayı mutlaka gezmek gerek. Birini seçelim dersek olmadı. Yani hepsini görmek gerek.

E Kapalıçarşı’ya uğramak gerek. Halıcıları gezmek mutlaka şart. Hatta çarşıda bol köpüklü bir kahve içmek gerek.

 

Hatta döneri yemeden dönülür mü? Olmaz. Mutlaka yemek gerek.

 

Hatta Yerebatan Sarnıcı'nı da görmeden olur mu?

 

Sonra Eminönü var daha. Mısır Çarşısı. Hatta oradan Galata Köprüsü'nde yürümek gerek. Balık-ekmek yemeden olmaz?

 

Balat var, Taksim var, Nişantaşı var, Etiler var, Cihangir var, Tophane var, Galata var, Sarıyer var, Rumeli Kavağı var, Anadolu Kavağı var, Emirgan var, Bağdat Caddesi var. E Çamlıca var..

 

Onu da geçtim Boğaz var Boğaz.

 

O muhteşem boğazı, yalıları görmeden olur mu? E gitti yarım gün zaten Boğaz turunda.

 

E sonra alışveriş ne olacak?

 

Peki akşam gidilecek say say bitmez o güzelim mekanlar.

 

Peki ah o güzelim kebapçılar.

 

Hangisine gitmek gerek.

 

E tamam ama birçok kebapçıya gitmek gerek.

 

Peki esnaf lokantaları ne olacak? E onlarda da mutlaka yemek yemek gerek?

 

Hele en meşhurları var ki, gitmeden olmaz.

 

Ay yok olmuyor.

Cuma-pazar İstanbul olmuyor. Yetmiyor yetmiyor yetmiyor.

 

Adaları hiç saymadım düşünün.

 

Oralara girersem hiç çıkamam.

 

Florya, Yeşilköy gibi yerlere de daha hiç girmedim bile.

 

Parklarımız, bahçelerimiz. Yıldız Parkı’na hiç sokmadım yani.

 

Ama olmuyor işte. Yetmiyor.

 

Yani biz arkadaşımla oturduk düşündük çıkamadık işin içinden.

 

Cuma-pazar bir turist İstanbul’dan bir şey anlamaz. Sadece tadı damağında kalır.

 

Tabii taksici, esnaf kazıklamaz, otellerde kötü hizmet almazlarsa.

 

Genele vurmuyorum. Bizim muhteşem otellerimiz, muhteşem esnafımız var. Ama bunları kötüye kullanan bazı insanımız şu güzel memleketi ve insanı çok kötü tanıtıyor turiste.

 

Yapmayın, etmeyin.

 

Ülkemiz cennet üstü cennet. Yok yok.

 

Yurtdışında iki günde “Yetti bana” diye baktığımız şehirlere bin değil yüzbinler basar.

 

Güzelliklerimiz saymakla bitmiyor gerçekten.

Yaya önceliğini takan yok

Şehir demişken, turist demişken şu yaya önceliğine gelmek istiyorum.

 

Malumunuz beni sürekli takip eden bilir. Ben her gün yaya olarak neredeyse 20 bin adım atıyorum. Yani bu demek oluyor ki 12 km. falan.

 

O gün canım nereye, hangi tarafa yürümek istiyorsa yürüyorum.

 

Yani çok fazla yaya geçidinden geçiyorum.

 

Çok fazla insan görüyorum,

 

Çok fazla turistle karşılaşıyorum.

 

Bizde de yurtdışında olduğu gibi yaya önceliği kanunu başladı.

 

Yani trafikte öncelik yayaların.

 

Evet bazı sürücüler bu kurala uyuyor. Ve çok dikkatliler.

 

Ama çoğu sürücü daha kanundan bihaber.

 

Bilakis daha da gaza basıyorlar.

 

Allah aşkına şu denetimleri sıklaştırın.

 

Çünkü insanımızın bunu öğrenmesi öyle kolay değil.

 

Biraz daha duyurmak şart gibi gözüküyor.

Kürke hayır derken çirkinleşmek

Kürk meselesi gerçekten çok sevimsiz bir hal almaya başladı.

 

Memlekette her tartışmada olduğu gibi bu konuda da sınıfta kaldık.

 

Sanki bir tek kendisi hayvan dostuymuş gibi kendini sürekli ortaya atan bir Ömür Gedik ile sanki hayvanlardan nefret ettiği düşünülen Bülent Ersoy var ortada.

 

Kapışıp duruyorlar.

Fazla söze gerek yok. Ben kendimi bildim bileli kürk giyen ve bundan da hiç vazgeçmeyen Bülent Ersoy’un hayvan sevgisi belli. Evinde kedileri var. Seviyor ama kürk giymekten de vazgeçmiyor.

 

Bunu da zaten hiç bir zaman saklamadı.

 

Sadece sırf kendini hayvan dostu olarak inandırmaya çalışan Ömür Gedik bu konuyu uzatıyor. Kaşıyor kaşıyor.

 

Neyse daha fazla bu konu hakkında yorum yapmak istemiyorum.

 

Ancak son bir cümle edip kaçacağım.

 

Ömür Gedik'in “Kürke hayır pozu” aynen “Bu sezonun trend modellerine buyurun” pozu olmuş…

Kürk demişken

Şehrimiz için, semtimiz için, yaşantımız için en iyisine karar vermeye çok az kaldı.

 

Ben de öncelikle bir vatandaş olarak, sonra da bir yazar özellikle de kent yazarı olarak tabii ki her adayı kulağımı sonuna kadar açtım merakla dinliyorum.

 

Bu pazar günü yapılacak seçimler öncesinde her yazılanı okuyorum.

 

Her röportajı takip ediyorum.

 

İstanbul’un dört bir yanını hem gece hem de gündüz gezen bir yazar olarak beni davet edip kendini anlatan belediye başkanına da koşarak gidiyorum.

 

Önceki gün de Şişli’den aday olan Mustafa Sarıgül ile buluştuk.

Görevde olduğu dönemde kendinden çok söz ettirdi, yaptıkları malum. Sokaklara halılar serdi, suni kar yağdırdı, meydan konserleri düzenledi.

 

Peki bu sefer neler yapacaktı?

 

Sarıgül “Daha fazlasını yapacağım” diyerek heyecanını hissettirdi ve anlattı.

 

Güzel projeler sundu.

 

İçlerinde özellikle bir proje var ki, küçük dostlarımız için.

 

Mustafa Sarıgül görevi gelirse minik dostlarımız için özel bir alan kuracağından bahsetti.

 

Malumunuz veterinerler ateş pahası. Sokakta yaşayan hayvanlar içinde her zaman veteriner hizmet verilemiyor.

 

İşte mu merkezde küçük dostlarımız için hem beslenme, hem barınma hem tedavi ve ameliyat imkanları sunulacakmış. Hem de ücretsiz.

 

Sokakta yaşayan minikler dışında evde bakılan sahipli hayvanlar için de bu imkan sağlanacakmış.

 

Keşke bu uygulama şehir geneline yayılsa. Özellikle sokakta yaşayan dostlarımız için gerçekten çok güzel olurdu.