X

Ajda Pekkan’a bende birçoklarınız gibi hayranım.

Kendisi ile çok özel anlarımız, zamanlarımız oldu ki, kendimi çok şanslı hissediyorum.

 

Yeri dolmaz.

 

Bir Ajda Pekkan daha kolay yetişmez.

 

Ki yetişmiyorda…

 

Hatta her gün sosyal medya üzerinden yaptığı spor paylaşımlarını görünce “Hadi kalk Esin” diyorum kendime.

 

Bu anlamda da motive ediyor bizi..

 

Ancak yaptığı açıklamalara dikkat etmeli.

 

Çünkü o Ajda Pekkan. Ve ülkenin starı ekrana çıkıp “Bende çakma kullanıyorum” dememeli.

 

Çakmacılık emek hırsızlığıdır.

 

Kendisi korsan CD alır mıydı mesela çok merak ediyorum.

 

Ya da kendisinin şarkılarını izinsiz okunmasına izin verir miydi?

 

Bunları iyi düşünmek ve öyle açıklamak gerek.

 

Bu resmen çanak tutmaktır. Biri çıkıp çakma çanta yaparken yakalansa ve tutuklansa “Ajda Pekkan bile çakma çanta kullanıyor. Talep var biz ne yapalım” dese haksız mı olurdu.

 

Bence olmazdı.

 

Eğer Ajda Hanım, “Marka takıntım yok. Adı duyulmamış çantalar dahi kullanıyorum. Bunlar benim için önemli değil. Ben böyle şeylere önem vermem. Kendine yakışandır güzel olan” deseydi ki bence öyle demek istedi hiç bir sorun olmayacaktı.

 

Ben kendisini tanıyan biri olarak bunu söylemek istediğine emini. Çünkü gerçekten Ajda Pekkan’ın marka takıntısı yok.

 

Her zaman sahnelerinde en şık giyinen ismi olmuştur. Tartışmasız.

 

Ama bu “Çakma” kelimesi olmadı.

 

Büyük talihsizlik.

 

Haksız mıyım Ajda Hanım.

 

 

 

Enerjiniz düşükse bu ikiliyi izleyin derim

 

 

Şu geçirilen sevimsiz günlerde benim negatif görüntülere tahammülüm yok.

 

Hele söylemlere hiç.

 

Yüzümü güldüren, enerjimi yükselten, kafamı dağıtan paylaşımlar peşindeyim sosyal medyada..

 

Bu anlamda Paris’ten Fırat Çelik ve yeğeni Ozi hızır gibi yetişti imdadıma.

 

İlk 7 Nisan’da “Çok dans etmeliyiz” diyerek yeğeni ile billikte dans ederken bir görüntü paylaştı.

 

Ardından bir tane daha.

 

En son Atiye’nin “Salla”sına geldi bir danslı video.

 

Defalarca izledim.

 

Hatta kalktım ben de dans ettim onlarla.

 

Yüzümü de güldürüyorlar daha ne olsun.

 

Bu arada konuştum Fırat Çelik’i ile.

 

Bu olaylar başladığı anda evini kapatıp ablasının bahçeli olan evine geçmiş. Çünkü kendi evi daha küçükmüş.

 

Yegenleri, ablası derken günlerini geçiriyor.

 

Şu talihsiz günler geçer geçmez de İstanbul’a geleceğini söyledi…

 

Bence yeğenini de getirsin. Çünkü ciddi ünlü olma yolunda ilerliyor. Türkiye’den çok hayranı çıkacak gibi.

 

 

Bu iş nasıl olacak dersiniz

 

 

 

İki gün üst üste hem işletmecilere hem de binlerle şarkı söyleyen ünlü isimlere “Sizce nasıl olacak Temmuz-Ağustos” diye sordum.

 

 

Kimisi “Harika bir yaz bizi bekliyor” derken kimisi de “Eskisi gibi olmaz” dedi.

 

 

 

Evet yapılan açıklamalardan ve yaşadığımız şu günler gösteriyor ki, geçen yazlar gibi olmayacak bir şeyler.

 

 

Hep daha kontrollü.

 

Hep daha dikkatli.

 

Hem daha hep daha.

 

Yani evet bir şeyler olacak. Mayıs sonrası hareketlilik başlayacak.

 

Fakat hangi kurallarla?

 

 

Nasıl bir yöntem uygulanacak?

 

Sertifika kime hangi işletmeye nasıl verilecek. Hangi önlemler alınacak.

 

Ve daha doğrusu bizi nasıl günler bekliyor.?

 

 

Kafalarda deli sorular devam ediyor.

 

Ve hepsini deneyimleyerek göreceğiz ve öğreneceğiz.

 

 

Yani yaşayarak öğrenecekmişiz gibi geliyor bana.

 

 

Turizm Bakanımız Mehmet Ersoy “Oteller önlemlerini alarak Mayıs sonu açılmaya başlayabilecek. Otellerde açık büfenin açılmaması, kapasitenin yarısının kabul edilmesi ve her şey dahil sisteminden uzaklaşılıp butik hizmet verilmesi planlanıyor. Bölgedeki restoran ve eğlence mekanlarında da bazı tedbirlerin alınması planlanıyor. İşletme girişlerinde muayene, özel kıyafet ile servis, sandalyelerde azaltma ve maske kullanım şartı gibi önlemler alınması bekleniyor. Bazı oteller, aileye özel bina ve sahil seçeceği sunabilecek. İşletmelerde sağlık personelinin sayısı da arttırılacak. Sağlık personelinin 7/24 otelde bulunması sağlanacak.” diyor.

 

 

Yaz aylarında güzel ülkemin, cennet köşelerinde rahatça geçirememek ekstra üzücüyken bunları bile duymak beni mutlu ediyor.

 

En azından biraz bir şeyler görünüyor.

 

Bir hareketlilik başlıyor.

 

Hiç başlamamasından, ne olacağını bilememekten bin kat iyidir.

 

 

Tabii daha fazlasını istemiyor değilim.

 

Fakat şu ara bunlara bile razıyım sizi bilmem.

 

 

Tabii okuyuculardan günlerdir de mesajlar geliyor peşi sıra.

 

Kafalarda deli sorular devam ediyor.

 

Sosyal medya hesaplarımdan olsun, e-mail yoluyla olsun bana bazı şeyler yazıyor okuyucular.

 

Mesela diyorlar ki:

 

 

-Denize nasıl gireceğiz?

 

-Denize girebilecek miyiz?

 

-Denizde yoğun kalabalık varsa ne yapacağız?

 

-30-40 derece sıcaklarda maske takacağız tamam ama o maske daha da bir bakteri toplamayacak mı?

 

-Sürekli banyo mu yapacağız?

 

-Ya su kesilirse?

 

-Açılan restoranlara gittik diyelim. Nasıl yemek yiyeceğiz? Kaç kişi masalarda oturacak. Yan masamdan biri kalkıp koşarak bana gelip sarılırsa ve ben engelleyemezsem.

 

-Tatil yerlerindeki dar sokaklardan geçerken biri bana dokunursa o an eve koşup hemen banyo mu yapacağım?

 

-Garsonların elinde eldiven ve ağızlarında maskeler olacak?Tamam ama ben nereden bileceğim kaç gündür o maskeler ve eldivenleri taktığını?

 

-Gittiğim mekandaki tabaklar ve çatalların temizliğinden nasıl emin olacağım. Ya da yemeklerin hazırlandığı yerin kurallara uyduğunu nasıl bileceğim.

 

-Kulubü gittim diyelim. iki metre mesafe olan masadan bana birisi temas etmeye kalkarsa ne yapacağım? Hemen eve koşup yıkanacak mıyım?

 

-E millet iki kadeh içse Koronayı unutur. Sarılır birbirine.

 

-Ailecek pansiyon kiraladık diyelim. Fiyatlar yüksek olursa ve bir iki ay sonra hayat daha da kötü olursa. Eylül’de tavan yapacak diyorlar.

 

-Ben hala kiramı ödemeyi düşünürken yaz aylarını hiç düşünemiyorum. Siz neyin kafasındasınız böyle.

 

-Otellerde kullanılan havlular, çarşaflar yeterli derecede temiz olacak mı?

 

-Kaş, Kalkan, Söğüt, Bozburun gibi yerlerin daha mantıklı olacağı söyleniyor. E oralarda insanlar daha çok dolar taşar. O zaman virüs daha çoğalacak. O nasıl olacak?

 

-Dükkanlar açılacak ama az insan alınacakmış. E o mekan nasıl kalkınacak Esin Hanım. Böyle saçmalık olur mu? Kirasını çıkartamaz ki adam. Nasıl ödeyeceğiz biz bu kiraları?

 

-100 kişi geldi diyelim. Onları korumaktan onların temasını düşünmekten nasıl hizmet edilecek. Bu iş çok zor gibi gözüküyor.

 

-İnsanlarda para yok ki, nasıl gidip o mekanlarda ne yiyecek, ne ödeyecek. O pansiyona nasıl para ödeyecek.

 

-Uçaklarda orta koltuk boş kalacak. O zaman biletler çok mu pahalı olacak? Otobüslerde yan koltuk boş olacak. Ama arkamda oturan bir kişi enseme hapşurursa, tıksırırsa ne olacak?

 

-Düğünler olmayacak mı? Nasıl olacak?

 

 

 

Gibi gibi…

 

Tabii bu kadar düşünürsek çıkamayız biz bu işten.

 

O yüzden Sağlık Bakanımız Fahrettin Koca’yı ve Bilim Kurulu üyelerinin açıklamalarını bekleyeceğiz.

 

En sağlıklısı ve en güzeli de o olur benden söylemesi…

 

 

Tamam Temmuz-Ağustos öyle rahat rahat geçmeyecek. Zorlayıcı bir yaz bizi bekliyor o belli.

 

Ben kendimi hazırlıyorum beyin olarak. Sizler de hazırlayın derim…

 

 

Bir karar verseniz

 

 

Her gün yeni sorularda ekleniyor.

 

Bir doktor “Öyle olacak” derken bir diğeri “Böyle olacak” diyor.

 

Kafalar inanın daha da karışıyor.

 

Ekranlarda Bilim Kurulu’ndaki doktorlar konuşuyor. Sağ olsunlar bizleri aydınlatmaya çalışıyorlar.

 

Ancak Sağlık Bakanı Fahrettin Koca “Çok iyiye gidiyoruz” diye açıklama yaparken bilim insanları “negatif” konuşuyor.

 

Bunun kesinlikle bir dengesi olması gerekiyor.

 

Gerçekten evlerinde oturup ne olacağını bilmeyen insanlar için ekstra kabus geceler yaşanıyor.

 

Korona’dan kurtulca daha büyük hastalıklar çıkacak ortaya…

 

 

Ben şu ara şöyleyim

 

 

-Her gün bir önceki günün aynısını yaşıyorum.

 

-Acaba önceki gün mü duş aldım, yoksa iki gün önce mi aldım. Yoksa bu sabah mı almıştım?

 

-“O gün dün müydü? İki gün önce miydi?” diye sık sık kendime sorarken buluyorum.