Cuma günü elime aldım kitabı. Pazar sabahı olduğunda ise bitirmiştim. Tabii aralarda hep bir koşuşturma içindeyken aklım İskender'deydi.
Her okuduğum sayfada, daha bir içine girdim Toprak Ailesi'nin.
Ve Elif Şafak'ın beni her kitabında nasıl bu kadar şaşırtabildiğine şaşırdım.
Kitabı okurken hep aralarda bir şeyler yaptım.
İlk pasaport kuyruğunda beklerken sayfaları çevirmeye başladım.
Bir günlüğüne Kıbrıs'a gitme kararı aldığım an, elimi attığım da ilk elime gelen İskender olmuştu.
Tuhaf bir karışım kabul ediyorum.
Neyse yol nasıl bitti, Kıbrıs'a nasıl gittim hatırlamıyorum. Arkadaşlarla buluşma, yemek Bülent Ersoy konseri derken gecenin bir yarısı yine İskender'i okurken buldum kendimi. Saatler 05.00'i gösterirken düşüncelerimde Esra, Adem, Pembe, İskender ile uykuya daldım.
Belki de, kendi çevremdeki İskenderleri düşünerek uyudum.
Ve gün içinde etrafımda geçen bir sürü konuşmalarla ben yine İskender ile yoğruldum.
Dönüş yolunda yine Pembe, Elias vardı hayatımda.
Gece "Alt Üst Muhabbetler" İzzet Çapa ile muhabbet, Serdar Turgut derken program sonrasında kendimi Harbiye Love'da buldum.
Atma, Arada Sırada'ların içinde aklım yine İskender'deydi.
Şimdi diyeceksiniz ki, şaka mı bu?
Hayır gerçekten değil. Elime kitabı aldığım andan itibaren yaptığım şey bunlardı
ve Love'dan sonra elimde yine kitap vardı. Ve bu satırları yazmadan az önce yani pazar sabahı bitti. 443 sayfalık Toprak Ailesi'nin dramı.
Ya da yeni başlıyor.
Kitap bittikten sonra uzaklara daldım. Neden olduğunu bilmediğim tuhaf bir şekilde tüm hayatım gözlerimin önünden geçti.
Ve birçok hayatlar.
Yani...
Karşımıza yollar çıkıyor. Biz birini seçiyoruz. O seçtiğimiz yolda, yaşadıklarımız var. Ya seçmediğimiz yolda ne yaşayacaktık?
Ben hayatımda hep bunu düşünürüm.
Belki sorunun yanıtını buldum, belki bulamadım. Hayat devam ediyor.