X

Orta yaş mutsuzluktur! Ne önündeki, hoyratça harcayabileceğini düşündüğün, uçsuz bucaksız hayatı çarçur etmeyi göze alacak kadar gençsin ne de harcanıp gitmiş onca yılın ardından her şeyi boş verip kalan her bir günün kıymetini bilerek yaşayacak kadar yaşlı... Bir dolu saçmasapan sorumuluk ve yapılması gereken işler sırtında, sağa sola çarpa çarpa yaşayıp duruyorsun hayatın tam orta yerinde. Bir yandan uzansan tutacakmışsın kadar yakın 20'lerine, 30'larına bakıp hayıflanıyorsun, diğer taraftan az ileride göz kırpan 60'ların, 70'lerinle buluşmadan, telaşla, sağa sola dağıttığın hayatı toparlamaya çalışıyorsun... Orta yaşlarda her günün sonunda başını yastığa koyup hayatının 'Z raporu'nu aldığında elindeki fişin bakiye hanesinde büyük harflerle hep aynı şey yazıyor: Mutsuzluk!

 

 

 

Bitmeyen dertler

 

 

 

Kendi sefil 'orta yaş bunalımlarım' yetmezmiş gibi bir de bahtsız Atlas gibi dizlerimin üstüne çökmüş dünyanın dertleri altında ezim ezim eziliyorum! Açlık, yoksulluk, çevre felaketleri, savaşlar, terör saldırıları, mülteci sorunu, depremler, seller, kasırgalar, boranlar, akmayan trafik, sonu gelmeyen faturalar, Allah'ın belası kredi kartı... Parkta bile istediğin kıyafetle gezemediğin bir dünya işte anlayın... Ben böyle oturmuş dertlerden dert beğenirken geçenlerde The Guardian’da Oliver Burkeman’ın 'Dünya gerçekten en iyi dönemini mi yaşıyor?' başlıklı bir yazısına denk geldim! Yazıyı okumaya başlamadan başlıktaki soruya içimden tatlı, nazik, miniminnacık bir küfürle cevap verdiğimi belirteyim... The Times Gazetesi yazarı Philip Collins aralık ayında 'En iyi dönemde yaşadığınızı unutmayın' başlıklı makalesinde “2016 boyunca, dünyanın aşırı yoksulluk içinde yaşayan nüfusu ilk kez yüzde 10'un altına düştü. Fosil yakıtlardan gelen küresel karbon emisyonu 3 yıldır yükselmiyor. Ölüm cezası tüm ülkelerin yarısından çoğunda yasadışı ve pandalar nesli tükenmekte olan tür listesinden kaldırıldı...” yazmış. Burkeman, bu makaleye atıfta bulunarak, “Giderek daha fazla tanınmış düşünür dünyanın en iyi zamanını yaşadığını söylüyor” diyor.

 

 

 

Kötü haber bağımlısıyız

 

 

 

New York Times'ta Nicholas Kristof, birçok açıdan 2016'nın insanlık tarihindeki en iyi yıl olduğunu ilan ediyor: “Küresel eşitsizlik oranı düştü. Çocuk ölümleri 1990’nın yarısına indi. Her gün 300 bin kişi daha elektrikle tanışıyor...” İsveçli tarihçi Johan Norberg, ‘harika bir zamanda yaşadığımızı’ anlatırken insanoğlunun evrimsel geçmişinde 'güzel şeylerin negatif şeyler tarafından ele geçirilmesi' olduğunu söylüyor: “Mağara adamı daima çalının arkasında aslan olduğunu farz ederdi. Çoğu kez yanılsa da bu, tersini düşünene göre hayatta kalmasını sağlardı...” Norberg, gazeteler, televizyonlar ve internetle birlikte 'kötü durumlara haberlere' bağımlılığımızın bir vakum gibi bizi depresyonun içine çektiğini söylüyor.

 

 

 

Gelişmenin 10 temeli

 

 

 

43 yaşındaki İsveçli bilim insanı kendisinin de bir dönem 'kötümser' olduğunu belirtiyor: “Ben de bir dönem eski güzel günleri özlemle arıyordum. Sonra tarih okumaya başladım ve kendime şunu sordum: 'Atalarımın yerinde olsaydım ne olurdu?' Ortalama yaşam süresi çok kısaydı. Ağaç kabuklarıyla ekmeği karıştırıyorlardı, uzatmak için!” Norberg, kitabında, insanlığın gelişmesine ilişkin en önemli 10 temel şeyi 'gıda, sağlık hizmetleri, yaşam beklentisi, yoksulluk, şiddet, çevre durumu, okuryazarlık, özgürlük, eşitlik ve çocukluktaki yaşam koşulları' olarak sıralıyormuş.

 

 

 

Tarihten dersi sevmiyorum

 

 

 

Johan Norberg, “Keşke geçmişte yaşasaydım!” diye hayaller kuranlarla da, “Köpeklerin, Avrupa sokaklarında veba kurbanlarının terk edilmiş cesetlerini kemirdiği zamanlar çok da eski değil. 1882'de New York'taki evlerin sadece yüzde 2'sinde su akıyordu, 1900 yılında dünya ölçeğinde ortalama yaşam süresi 31 yıldı” diye alay ediyor. 2015'te yapılan bir araştırmada Britanyalıların yüzde 65'inin, Fransızlarınsa yüzde 81'inin 'dünyanın her geçen gün kötüye gittiğini' düşündüğünün ortaya çıktığını okuduktan sonra yazıya devam etmedim... Kendilerine 'Yeni İyimserler' diyen bu grubun savunduğu şeyleri okuyup “Oh be her şey ne güzelmiş” diyeceğime kendimi daha da kötü hissettim. Her şeyin tarihteki bir olaylarla açıklanmasından pek hoşlanmıyorum nedense... Benim derdim 'bugün içinde yaşadığım kendi küçük kıyametimle'... O yüzden yazıyı kapatıp Sting'in o muhteşem albümü N'othing Like The Sun'da söylediklerine

 

kulak verdim: “Tarih bize hiçbir şey öğretmeyecek...”