Sanatçıları değerlendirirken sadece eserlerini mi dikkate almalıyız yoksa siyasi fikirlerini, içinde yaşadıkları toplumları etkileyen olaylar karşısındaki duruşlarını da bu değerlendirmeye dahil etmeli miyiz?
Büyük bir Borges aşığı olarak ne zaman adıyla 'faşist' kelimelerinin yan yana geçtiği bir cümleyle karşılaşsam onun adına utanıyorum.
Kurduğu düşlerle beni aynaların içine hapsedip, içinden çıkılmaz labirentlerde dolaştıran bu büyük yazarın 70'lerde Arjantin'de cunta yönetimine destek verdiği gerçeğini aklımdan çıkaramıyorum.
Oray Eğin, pazar günü Nobelli yazarımız Orhan Pamuk'un 'artık başının ağrımasını istemediğini, gündeme gelmesinin, iktidarı ya da yerleşik düzeni rahatsız etmesinin kendisine bir getirisi olmadığının' farkında olduğunun söyleyip eklemişti:
"Sonuçta ikinci bir Nobel daha almayacak; dahası 90'ların sonuna kıyasla politik çıkışlar dünyada pek kitap sattırmıyor artık."
Haksız mı? Bence değil!
Oray gibi 'eskiden' kitaplarına hayran olan bir okuru olarak Pamuk'un bu 'tüccar' kafasını, 'hesaplı-kitaplı tavırları'nı gördüğümde tıpkı Borges'te olduğu gibi onun adına da utanıyorum...
POLİTİK TAVIR PR'I
Uzunca bir süredir o utanma duygusunu U2, daha doğrusu grubun solisti Bono için yaşıyorum... Kariyerlerinin başlarında yaptıkları Sunday Bloody Sunday gibi şarkılarla politik bir duruş sergileyen Bono, 90'larda açlıkla, yoksullukla ilgili yaptığı kampanyalarla evrildiği yoldan çıkalı çok oldu.
Konserde Papa'yı telefonla arayan, 1997 tarihli Pop albümünün kapağında Türkiye'deki siyasi kayıplara dikkat çekmek için "Remember Fehmi Tosun disappeared in Turkey October 1995" (Ekim 1995'te Türkiye'de kaybolan Fehmi Tosun'u hatırlayın) yazan Bono, 2000'lerle birlikte bir Bush'la kol kola, bir Blair'le el ele gezmeye başladı. Davos'ta dev CEO'larla takılıp, politik tavır işini PR malzemesi gibi kullanmaya başladığında ve son olarak Tony Blair onu İngiltere başbakanlığına yakıştırdığından beri de aramıza bir soğukluk girdi...
Ne de olsa ilk gözağrımız yaptıkları her yeni şeye kayıtsız kalamasam da, birkaç kez konserlerinde onları canlı izlesem de son satın aldığım albümleri 2000 tarihli All That You Can't Leave Behind albümleri oldu.
Çİİ'YE ŞARKI YAZMIŞTI
Son günlerde Bono'nun bu albümde yer alan ve o yıllarda ev hapsinde olan Myanmar'ın 'manevi' lideri Ang Su Çii için yazdığı 'Walk On' şarkısı kafamda dönüp duruyor: "A singing bird in an open cage / Who will only fly, only fly for freedom..."
'360 Derece Turnesi'nde her gittikleri yerde bu şarkıyı dev ekranda Su Çii fotoğrafları eşliğinde seslendiren Bono'nun, son günlerde Myanmar-Bengladeş sınırında Rohingyalı Müslümanlar'a yapılanlarla ilgili bir şeyler söyleyip söylemediğini arıyorum haberlerin satır aralarında.
2012'de adına şarkılar yazdığı Suu Çii'yle ilk buluşmasında "Turne boyunca bizimleydi. Stadları dolduran 7 milyon insana seslerinin ne kadar güçlü olduğunu söyledi hep" deyip kendisini en çok etkileyen şeyin ise "Onun şiddet içermeyen konumu" olduğunu söylüyor.
Bugün Çii'nin ülkesinde, BM'nin 'Etnik temizliğin ders kitaplarındaki örneği" dediği, zulme, şiddete ise başını çeviriyor; 'politik çıkışlar artık etkisi kadar etkili olmadığı, satacak albüm, rekorlar kıracak konser turnesi kalmadığı için mi acaba?
SÖYLEYECEK SÖZÜ YOK!
Uluslararası Af Örgütü'nün verdiği ödülü geri almayı düşünüp, dünyanın dörtbir yanında insanların ona verilen Nobel ödülünün geri alınması çağrısı yaparken Nobel Barış Ödüllü Desmond Tutu'nun 'doğruluğu sembolize ettiği için' fotoğrafını masasında tuttuğu Suu Çii'ye Rohingya'da yapılan zulüm için "Sesizliğinin bedeli çok ağır olacak, konuş!" diye çağrı yaparken onun adına şarkılar yapan Bono'nun tek kelime etmemesi 'eski bir U2 sever' olarak beni utandırıyor...
Zaten çok uzun zamandır Afrika'daki açların, yoksulların, Dublin'den Diyarbakır'a sesi olduğu 'haksızlıkların', 'kayıpların' sırtına basa basa çıktığı zirvede oksijenden başı dönmüş oturuyor bir başına Bono Bey... Artık aşağıda olup bitenlerle ilgilenmeyecek kadar yukarıda ne de olsa...
80'lerin sonunda Martin Luther King Jr.'a adadığı 'Pride'da haykırdığı, "Hayatını aldılar ama grurunu alamadılar..." dizelerinin bir saygı duruşu değil de çakal bir tüccarın 'müşteri' çağırması gibi dinliyorum artık...
Sanatçının eserini satmasına sözüm yok da işi tüccarlığa döküp 'vaad ettikleriyle' peşinden gelenleri yolu orta yerinden bir başına bırakmaları utandırıyor beni. Yazık...