X

İleride torunlarıma anlatacağım bir kahramanlık öyküm var artık! Eminim, en az Frodo'nun 'yüzüğü' Mordor'a götürmesi kadar yürek isteyen kahramanlığımı dinlediklerinde, dedelerinin cesareti karşısında ağızları bir karış açık, hayranlıkla “Vay be!” diyeceklerdir. Yani ben böyle olacağını hayal ediyorum.

Ama onlara, 1 pound'un 8 lira olduğu günlerde Londra'ya bayram tatiline gittiğimi anlattığımda yüzüme acıyarak bakıp, içlerinden “Dedem de amma aptalmış!” diye de geçirebilirler!..

4 ay önce aldığımız uçak biletleri ve de vizeye yaptığımız masraf yanmasın diye gözümüzü karartıp çıktığımız bu 5 günlük seyahatin tek rakibi Salak ile Avanak'taki Larry ile Harry'nin Aspen'e yaptığı yolculuk olur bence...

 

Neyse, yediğimiz içtiğimiz bize kalsın! Zaten Londra'da, Buckhingam'dan sonra en ünlü 'saray' olma yolunda ilerleyen, 'yerli ve milli' simitçimizde bir simitin fiyatının 10 liraya falan geldiğini söylersem bu yürek parçalayan öykümüzde yeme içme konusunun topu topu 2 satırı doldurmayacağı anlaşılır sanırım...

Günde ortalama 16-18 bin adım atıp, 10 km'ye yakın yürüdüğümüz, İthaka Kralı Odysseus'un yolculuğundan daha destansı, 'Ayağımda Londra' adlı gezimizde gittiğimiz ve gördüğümüz yerleri anlatayım sizlere... Lütfen okurken yazıyı 8'le çarpın ki keyfiniz de 8'e katlansın!

KRALİÇE'NİN EVİNDE 'ÇİŞ' UYARISI

Bayramın birinci günü, Londra'ya ayak basar basmaz, ninesini görmeye koşan torunlar gibi topuklarımız kıçımıza vura vura Kraliçe'nin Buckingham Sarayı'na gittik! 21 Temmuz'da ziyaretçilere açılan sarayın, bir zamanlar Prens Charles ile oğulları William'la Harry'nin koşturduğu koridorlarında dolaşmak için 24 pound (24 çarpı 8 eşittir 192 TL!) ödedik. Ninesinden harçlık almaya alışmış biri olarak verdiğim bilet parasına mı yoksa kurban pazarından hallice bir kalabalığın ortasında 3 saat sonraki tur için yarım saat sıra beklememize mi yanayım bilemedim.

Tur öncesi görevlinin içeride fotoğraf çekmenin yasak olduğunu söylemesi kalabalık tarafından tepkisiz karşılanırken arkadan gelen uyarı paniğe neden oldu: “Bayanlar baylar tur yaklaşık 1-1.5 saat sürüyor. İçeride tuvalet yok. Eğer ihtiyacınız varsa ileride soldaki köşeyi dönünce ilk sağda umumi tuvalet var şimdi oraya gidebilirsiniz...”

“Saraya işeyemeyeceksem niye verdim ben bu 24 poundu... (8 çarpı 24 eşittir 192 lira)” diye içimden William Wallace gibi isyan etsem de koşa koşa köşedeki pub'a gittim...

Her şey bitip saraydan içeri girdiğimde mimar John Nash'in imzası olan salonları gezerken ağzımın bir karış açık kaldığını gizlemeyeceğim.

 

1600'lerde 'ev' olarak inşa edilen ve 1800'lerin başında Kral 4. George'un emriyle Nash tarafından 496.169 pound harcanarak (496.169 çarpı 8 eşittir 3.969.352 lira) saraya dönüştürülen Buckingham'ın içinin dışından daha etkileyici olduğunu söylemeliyim...

Rembrandt'tan Rubens'e onlarca ünlü ressamın tablolarıyla süslü duvarları ve 19. yüzyılın ünlü heykeltraşlarının eserleriyle dolu koridorları gezerken insanın çişinin geldiğini unutabileceğini düşünüp kapıdaki uyarıya hak verdim!

 

Kraliçe Elizabeth'in taç giydiği odayı, oturduğu koltuğu görmek The Crown dizisini izlemeye benzemiyor doğrusu!

Verdiğim 24 pound'un (24 çarpı 8 eşittir 192 TL) hakkını çıkarmak için her tablonun, her heykelin, her vazonun, her sandalyenin önünde dakikalarca bekleyip balo salonu senin beyaz oda benim 1.5 saati son saniyesine kadar kullandım.

 

Büyük bahçeye çıktığımda karşımdaki çim alana bakarken aklımdan bizim Süper Lig'deki hiçbir stadın zemininin bu kadar iyi olmadığı geçiyordu. Bu arada baştaki uyarıyı dinlemeyip çişini tutanlar yüzünden bahçedeki tuvaletin de en az sarayın kendisi kadar ilgi gördüğünü söylemeden geçemeyeceğim!

Az ilerideki hediyelik eşya dükkanında satılan Harry ile Meghan'lı çay setinden Kraliçe'nin 'corgi'leri desenli pijamalara kadar her şeyin fiyatını 8'le çarpmaya başlayınca beynim kulaklarımdan aktı ve hızla oradan uzaklaştım.

Sonuçta 30 Eylül'e kadar 'sarayı'nın kapılarını halka açık tutacak olan Kraliçe'nin elde edeceği birkaç yüz milyon pound'luk geliri (birkaç yüz milyon pound çarpı 8 birkaç milyar lira) kendi adına bir vakfa bağışlayacağını öğrenince 24 poundumu helal edip kendimi Hyde Park'a attım...

VAY ESKİ DOSTUM MEAT LOAF!

Londra'ya kadar gelip de bir müzikal görmeden dönmek olmaz diye gezerken metroda 25 yıllık eski bir dostumla göz göze geldim! 'I'd Do Anything For Love (But I Won't Do That)' diye diye üniversitede ciğerimizi dağlayan Meat Loaf efendinin 1977 tarihli Bat Out of Hell albümünden Jim Steinman (albümde de imzası var) tarafından sahneye aynı adla uyarlanan müzikale koşarak gittik...

Yıllar önce We Will Rock You'yu izeldiğimiz Dominion Theatre'ın gişesinde bilete adam başı 45 pound (45 çarpı 8 eşittir 360 lira) öderken gönlümün bayramları şenliği söndü resmen!

 

Neyse Allah'tan müzikal paranın hakkını verdi. Batı Yakasının Hikayesi'nden devşirilen zayıf öyküsüne rağmen görkemli sahne tasarımı, coşkulu şarkıları ve 2.5 saat boyunca ordan oraya hoplayıp zıplamalarına rağmen nefesleri kesilmeyen oyuncuların güçlü performanslarıyla su gibi aktı oyun...

İzlerken ülkemizde böyle bir müzikalde oynayabilecek tek bir oyuncu olup olmadığını düşündüm. 2.5 saat sahnede ordan oraya koşacak, nefesi bir yerinden almadan kah bir rockçı gibi kah bir popçu gibi aynı tempoda şarkı söyleyecek tek bir oyuncumuz bile aklıma gelmedi.

Bugünlerde adından çok söz ettiren, oyunculuğu olmasa da kasları pound gibi 8'le çarpılmış Can Yaman'ın böyle bir oyunda neler yapacağını görmek isterdim doğrusu!! Neyse bu başka bir hikaye...

 

Oyun güzeldi ama sizi uyarmalıyım eğer olur da giderseniz (önce 8 kere düşünün ama) gişedeki kızın “Bileti gösterirseniz bir kadeh şarap bedava” gazına gelip tiyatronun az ilerisindeki VQ adlı restorana gitmeyin... Şarap felaket, yemek ondan da kötü!...

TATE MÜZESİ'NDE EZAN SESLERİ

Londra'da her şeyi 8'le çarpmak gerekmiyor tabi! Mesela National Gallery bedava! (Bedava çarpı 8 bedava lira) Aralarında Da Vinci'nin 'Virgin of the Rocks', Van Gogh'un 'Sunflowers', Hans Holbein'in 'The Ambassadors'u gibi yüzlerce nefis tabloyu ve de görevliler ile ziyaretçiler sıcaktan pişmesinler diye bir sağa bir sola dönüp duran vantilatörleri beleşe görebilirsiniz! Üstelik tabloların önünde selfie çektirmeye de para almıyorlar...

Ha bu arada galeride benim favorim olan Joseph Wright'ın 'An Experiment on a Bird in the Air Pump' adlı tablosundaki ışık ve gölgelere bakarken beni düşünürseniz sevinirim...

Bir başka 'beleş' müze Tate Modern! Thames Nehri kıyısındaki bu ünlü müzede parayla gezilen galeriler de mevcut ama Türkiye'den gidenler için onları 8'le çarpmak gerektiğinden beleş eserlere yoğunlaşmak önemli.

 

Mesela biz, Çinli sanatçı Pak Sheung Chuen'in 'A Travel without Visual Experience' adlı eserini 'göremediğimize' çok sevindik! Evet yanlış okumadınız eseri bildiğin göremedik...

ate'in içinde kulaklarımıza gelen ezan sesini takip ederek Chuen'in eserine ulaştık. 2008'de gittiği Malezya'da gözlerini kapatıp, koyu renkli gözlük takan Çinli sanatçı annesi ve tur rehberinin yardımıyla sokaklarda gezmiş. Bu halde yüzlerce fotoğraf çekip sadece sesleri dinlemiş.

Malezya'ya bir daha asla gitmeme kararı alan Pak Sheung Chuen'in eseri zifiri karanlık bir odada sergileniyor. İçeri giriyorsunuz hiçbir şey göremiyorsunuz sadece odadaki ezan sesi! Tate'te sadece bu odada fotoğraf makinanızın flaşını kullanabiliyorsunuz. Para vermiyorsunuz ve de nefis bir eser 'göremiyorsunuz' ne diyeyim bundan iyisi Şam'da kayısı...

SHAKESPEARE NE DİYON ALLASEN!

Londra'ya bu gidişimde hep yapmak isteyip de yapamadığım bir şeyi de gerçekleştirdim. 10 pound'uma kıyıp (10 çarpı 8 eşittir 80 lira) Shakespeare's Globe'da bir oyun izledim. 1599'daki orijinal Globe Tiyatrosu'nun aslına uygun olarak 1990'ların sonunda yeniden yapılan tiyatroda Shakespeare oyunları oynanıyor. (Ya ne oynanacağdı!) Hamlet'in, Romeo-Juliette'in, Othello'nun ruhu yüzyıllar sonra yeniden bu saheye geliyor. Bizim şansımıza As You Like It düştü.

İçeride, avluda, ayakta ağzım bir karış açık Melankolik Jaques'in “Dünya bir sahnedir biz de oyuncuları” repliğini anlamaya çalışırken (damn you Shakespeare!) yüzyıllar öncesinde insanların orada oyun izlediğini düşünüp o yıllara giderken üstümüzden geçen helikopterler bir çuval inciri berbat etti.

 

Bir de herhalde 1600'lerin başında oyun öncesi adamın biri elinde 'Lütfen fotoğraf çekmeyin' yazan bir uyarı tabelasıyle dolaşmıyordur...

Oyundan çıkarken Shakespeare havası solumanın değerinin 8'le çaprmak ya da çarpmamakla anlaşılamayacağını düşünüp “İşte bütün mesele bu!” diyerek kendi kendimi kandırdım... Yine olsa yine yaparım...

LONDRA'NIN MİLLET BAHÇELERİ!

Londra'daki 5 günde kerat cetvelinde 8'ler bölümünü defalarca hatmettim! Öyle ki son gün herhangi bir sayıyı saniyenin onbinde 1'i gibi bir sürede 8'le çarpabiliyordum. Notting Hill'de sıradan bir kafedeki 5 poundluk bir panini'nin 8'le çarpıldığı andan Maça Kızı'ndaki lahmacun fiyatına çıkmasının nasıl bir cehennem azabı olduğunu yaşayan bilir!

 

Beynimdeki abaküsün işlemediği tek yer kentte her köşe başında karşınıza çıkan irili ufaklı parklar oldu...

 

Tüm Londra'ya nefes aldıran parklarda sincaplara fıstık atıp, küçük göletlerdeki kuğularla fotoğraf çektirdik...

 

Yürümekten kara sular inen ayaklarımızın isyanının dindirmek için çimenlere uzanıp bulutları izledik...

 

Parklarda herkes bedava yaşıyordu... Orhan Veli'nin dediği gibi orada 'hava da bulut da yağmur da bedavaydı...'

 

8'le çarpmanız gereken yegane şey 'huzur'du.

 

Öyle ya bu küçük tatile biz de bunun için gelmemiş miydik zaten...