Cem Yılmaz'ın yeni filminin, daha doğrusu filmlerinin, setindeyiz.
Arif V 216'nın başarısının ardından güvenli sularda yüzmek yerine yine dalgalı denizlere açılmış Cem! Yıllardır biriktirdiği öykülerden ikisini 'Kara Komik Filmler' başlığı altında 'Kaçamak' ve '2 Arada' adlı iki ayrı film olarak çekiyor.
60'ar dakikalık bu iki filmi, tek bilet alarak, izleyeceğiz 2019'un ilk günlerinde.
Biz bir grup gazeteci önden birkaç sahne izlemek ve Yılmaz'la sohbet etmek için buluştuk ekiple...
Cem Yılmaz'la yeni filmlerini konuşurken onun sinemaya olan aşkını ve öykülerine nasıl tutkuyla bağlı olduğunu görmemek elde değil.
Kendisinin hiç riske atmadan, gişesi garanti, herkesin ondan beklediği filmleri yapmak yerine hayallerinin peşinden gidiyor.
O hayallerini anlatırken onun coşkusuna ortak olmuyorsanız muhtemelen mermer bir bloksunuz!
İngiltere'de doğmuş olsa ve burada başardıklarını başarsa 'national treasure' (milli servet) denilecekken burada yok “Hep aynı isimlerle film yapıyor” yok “Filmleri güldürmüyor...” türü dağ gibi önyargılarla boğuşuyor.
Neyse bunlar başka bir hikaye...
Kara Komik Filmler'e dönelim...
Bir grup arkadaşın hafta sonu kaçamağı için gittikleri SPA merkezinde başlarına gelen akıllara seza olayları anlatan 'Kaçamak' Kara Komik Filmler'in 'komik' bölümünü oluşturuyor.
Cem Yılmaz var, NASA uzmanı bir fıstık var, ABD ordusu var, uzay gemisi var, uzaylı canavar var; anlayacağınız yok yok 'Kaçamak'ta...
İzlediğimiz 3-4 sahneye bakıp şu kadarını söyleyebilirim 'Kaçamak' üstüne düşen 'komiklik' bölümünün hakkını sonuna kadar verecek bence.
Biz ham görüntüleri izlerken kahkahadan, kıkır kıkır kıkırdamaktan, bir hal olduk...
Ama bence asıl bomba işin 'kara' tarafını omuzlayan '2 Arada!'
Şişedibi gözlüklü 'Hokkabaz İskender'in 'kırmızı ceketini' çıkarıp dişsiz garson Ayzek'in, üzerine 'cuk' diye oturmuş, kırmızı ceketini giyen Cem Yılmaz, kariyerinin en 'sağlam' karakterlerinden biriyle en tuhaf ve hüzünlü öyküsünü izletecek seyircilere gibi geldi bana...
AYZEK İÇİN ÖYKÜ UYDURDUM
Arabalı vapurda garsonluk yapan Ayzek'in öyküsünü anlatan '2 Arada'dan izlediğim 3-5 dakikalık bölük pörçük anlar üç gündür kafamın içinde dönüp duruyor.
Bir türlü üstümden atıp kurtulamadığım bir yük gibi sırtımda taşıyorum Ayzek'i.
Ağzında hayatı ısırıp koparacak ön dişleri olmayan, “Ben” değil “Biz” diyen, çalışkan mı çalışkan 'hep etrafımızda olan ama bizim hiç görmediğimiz' adamlardan Ayzek'le geziyorum; Marianne Faithfull usul usul kulağımıza fısıldıyor arkadaşlığımızın soundtrack'ini: “There is a ghost and it's goes out on the land...”
Öyküler uydurup duruyorum onun için.
Bazen böyle oluyor işte, okuduğum kitaptaki bir cümle, dinlediğim şarkıdaki bir dize, baktığım fotoğraftaki bir yüz elimden tutup nereye gitsem peşimden geliyor.
Bir andan, bir mimikten, bir sözden bazen de dişsiz bir ağızdan olmayacak öyküler uydurup kendimi içine hapsediyorum.
Hiç olmamam gereken bir yerde, Ayzek'in öyküsünün içinde, davetsiz bir misafir olarak baş köşede oturuyorum.
Calvin'in Hobbes'u gibi benim de Ayzek'im var üç gündür... Kimseler görmüyor kimseler sesini duymuyor, o, bir bana konuşuyor.
Arabalı vapurun güvertesinde başımızın üstünde uçan martılara aldırmadan, rüyalarımızından bahsediyoruz birbirimize, artık ununttuğumuz rüyalarımızdan.
Biz konuşuyoruz sesleremiz yavaş yavaş kısılırken görüntümüzün üstüne Marianne Faithfull fısıldar gibi söylüyor: “When you remember who I am just call...”
MERAKTAN ÇATLIYORUM!
Benim Ayzek'im bazen kendisinin 'aşkından' haberi olmayan 'prensesi' için bol kaşarlı tostlar yapan bir Jedi oluyor zihnimde bazen de Darth Vader'ın pelerini gibi omuzlarına aldığı apoletli ceketin altında acımasız bir Sith Lord'u!
Isırmadık yerini bırakmayan, tek dişi kalmış canavar hayattan bir ısırık da kendisi alsın diye dişsiz ağzını inci gibi dişlerle kaplatan Ayzek'le geziyorum 3 gündür.
Her gün yanından geçip gittiğimiz, görmediğimiz, hayallerinden, arzularından, acılarından haberdar olmadığımız bir hayalet Ayzek... Kendi küçük dünyasında büyük işler başardığını düşleyen bir hayalet...
Tıpkı işinden kafasına kaldırmayan, kendisini ailesine adamış, başkaları için yaşayıp başkaları için çalışan Kafka'nın Gregor Samsa'sının uzak akrabası Ayzek ve bir gün 'devcileyin bir böcek' olarak uyanıyor benim kafamdaki öykünün orta yerinde.
Günlerdir kafamın içinde Ayzek için yazdığım öyküyle dolaşıp duruyorum... Ve hepsinin finalinde arabalı vapurun güvertesinde Ayzek'le tek kelime etmeden oturuyoruz... Fonda, Marianne Faithfull söylüyor: “There is a dream you've had before and forgot many times...”
Ve ben Cem Yılmaz'ın '2 Arada'da yazdığı Ayzek öyküsünü izlemek için sabırsızlanıyorum...
Kimbilir Cem'in öyküsünün Ayzek'ine neler oluyor meraktan çatlıyorum!?