X

Bir gün önce sahnedeki üç arkadaşı The Edge, Adam Clayton ve Larry Mullen’la babasının tabutunu taşıyan Bono, o hiç çıkarmadığı, gözlüklerini çıkarıp mikrofonun yanına bıraktı. Gitarını aldı. Earls Court’ta kendisini izleyen 20 bin kişinin gözlerinin içine bakarak, “Bu şarkıyı çocuklarım için yazmıştım ama bugün anlıyorum ki babam benim için yazmış...” deyip ‘Kite’ın ilk notalarını çalmaya başladı.

“Ölmekten korkmuyorum... Yaşamaktan da korkmuyorum. Şöyle sırt üstü uzandığımda başardığımı hissederim umarım...”

2001 yılının ağustos ayında Londra’da ölüm üzerine hiç düşünmediğim, yaşamanın ne olduğunu ise hiç bilmediğim günlerdi. 20’li yaşlar insan ömrünün fast-food dönemi sanırım... Günlerini, lezzetin ne olduğunu bilmeden, lezzetli olduğunu düşünerek yiyip bitirdiği yıllar!

O yıllarda Hayat Bilgisi dersinde 'Bir ömür nasıl yaşanır?' sorusuna cevap verirken başka hayatlardan kopya çekmek için arkadaşlarımın ‘hayatlarını’ dikizleyen ben şimdi 40’larımın ikinci yarısında ‘sınıfta kalmayayım’ diye harıl harıl ‘hayat’a çalışıyorum.

HER ŞEYİ KİŞİSEL ALMAYIN!

Geçenlerde evde, divana sırt üstü uzanmış, elimdeki 4.7 inç’lik ekranda 'Bir ömür nasıl yaşanır?’ sorusuna cevap ararken Mark Manson’ın 2016’da yazdığı ‘Kimsenin Size Öğretmediği 3 Önemli Hayat Dersi’ başlıklı yazısına denk geldim.

Manson, “Beni bir an için babanızmışım gibi düşünün...” deyip şu hayatta daha mutlu bir ömür yaşamamız için 3 tavsiyede bulunuyor.

İlk dersinin başlığı: ‘Her şeyi kişisel almaktan nasıl vazgeçersin?’

Çevremizde olan biten her şeyin bizle ilgili olduğuna dair bir önyargımız olduğunu belirtip ekliyor: “Yok öyle bir şey!”

İkinci ders ise, ‘Nasıl ikna olunup fikir değiştirilir?’

Manson, çoğu insanın inandığı şeylerle ilgili ters bir şey söylendiğinde sanki batan bir gemideymiş ve ‘inandığı şeyler’ de can yeleğiymiş gibi davranıp; onlara sıkı sıkıya sarıldığını söyleyip ekliyor: “Sorun şu ki çoğu zaman o inandığınız şeyler batan geminin ta kendisidir!”

Ders üç belki de en zor olanı: ‘Sonucunu düşünmeden nasıl harekete geçersin?’

“Sonunun ne olacağını bilmeden harekete geçmekten korktuğumuz için hayatlarımız çoğu zaman birbirini tekrar eden ‘güvenli’ ve sıkıcı günlerden ibaret oluyor...” diyor Mark Manson. İnsanların kendisine sürekli, “Hayattaki amacım ne, doğru biriyle mi ilişki yaşıyorum, doğru bir seçim yapmış mıyım?” gibi sorularla geldiğini belirtiyor: “Bunlara cevap bile vermiyorum çünkü en küçük bir fikrim yok! Zaten siz bu sorular için birine (ya da bir kitaba) başvurduğunuzda bir cevap peşinde değilsiniz. Sadece yapacağınız eylemin sonucunun ne olacağını öğrenmeye çalışıyorsunuz...”

Manson bu noktada ‘Dark Knight’ın “Sadece yapıyorum!” diyen ‘arızalı’ karakteri Joker’ın felsefesini öneriyor: “Sadece yapın!”

40’INDAN SONRA DAHA İYİ AŞIK OLURSUN

Mark Manson’ın verdiği derslerden daha önce defalarca bütünlemeye kalmış biri olarak elimdeki 4.7 inç’lik ekranı bir kenara bırakıp bir süredir kütüphanede gözümün içine bakan Yenal Bilgici’nin İlber Ortaylı’yla yaptığı, ‘Bir Ömür Nasıl Yaşanır?-Hayatta Doğru Seçimler İçin Öneriler’ (Kronik Kitap-Şubat 2019) adlı söyleşi kitabını elime aldım.

“Hayat, derbederlik ve tembellik için çok uzun; fakat hırsla, yağma ve haydutluk yapmaya değmeyecek kadar kısadır. Hayat duygularla çalışılacak ve resmedilecek bir kompozisyon, aynı zamanda mantıklı yazılacak bir rapor gibidir...” diyen İlber Hoca, kitabın daha ilk bölümünde hayatı 4 döneme ayırmış. 12-25 arası, 25-40 arası, 40-55 arası ve 55 sonrası...

Elimde kala kala iki dönem kalmış!

Ortaylı’nın “Esas olan 25’ine kadar öğrendiklerinizdir. O yaşa dek okuduğunuz kitaplar, seyrettiğiniz filmler, gördükleriniz hayatınız boyunca sizinle kalır...” sözlerini okuduktan sonra elimde kalan iki dönemin de boşa geçeceğini düşündüm doğrusu! Çünkü 25’ime kadar ne öğrendiğim konusunda hiçbir fikrim yok... Şimdi 47 yaşımdan aşağıya, o yıllara, baktığımda uçsuz bucaksız boş, çorak bir arazi görüyorum maalesef...

İlber Hoca’nın nerelere seyahat etmeliden ne izlemeliye, yaşadığımız şehirden nasıl faydalanmamız gerektiğinden kimden ne öğrenilire verdiği onca öğüt ve ders arasında şu “40’ından sonra daha iyi sevebilirsiniz, hatta daha iyi bir aşık olursunuz...” cümlesine sıkı sıkıya sarılıp kitabın kapağını kapadım...

‘BİR ŞEY YAPMADIM’ DEME YAŞADIN YA!

“Bir ömür nasıl yaşanır?” sorusu ne zaman karşıma geçip kıs kıs gülmeye başlasa imdadıma yetişen, 30 yıl önce üniversite kursundaki edebiyat hocamın beni tanıştırdığı Montaigne bir kez daha elimden tutu.

Sarah Blackwell, ‘Nasıl Yaşanır ya da Bir Soruda Montaigne’nin Hayatı ve Cevaplamak İçin Yirmi Teşebbüs’ (Domingo Yayınları) kitabında ‘bloggerlar’ın atası’ dediği büyük yazarın “Bir ömür nasıl yaşanır?” sorusuna verdiği son ve en iyi cevabın, “Yaşamak kendi içinde bir hedef olmalı, başlı başına bir amaç...” olduğunu söylüyor.

Babasını toprağa verdiğin günün ertesinde kendisini izleyen 20 bin kişinin gözlerinin içine bakıp, “Ölmekten de korkmuyorum, yaşamaktan da...” diyen Bono’nun, “Hayat mis kokulu bir şeydi, yeterince tadını çıkaramadım. Heba mı ettim?” sorusu ‘Hayat Bilgisi’ dersinde önüme geldiğinde kağıdıma Montaigne’den kopya çektiğim şu satırları yazmak istiyorum sadece: “Biz pek şaşkın varlıklarız: Filanca hayatını işsiz güçsüz geçirdi, deriz; bugün hiçbir şey yapmadım, deriz -Bir şey yapmadım ne demek? Yaşadınız ya! Bu sizin yalnız başlıca işiniz değil, en parlak, en onurlu işinizdir...”