X

“Biraz yavaş yürüyebilir misin?” dedi, daha üç gün önce hayatımın geri kalanını onunla birlikte yürümek için imza attığım kadın: “Yetişemiyorum, çok hızlı yürüyorsun!”

 

Geriye dönüp ona baktım.

 

O mu hızlanmalıydı ben mi yavaşlamalıydım bilemedim önce... Birden ayaklarım dolandı. Durdum.

 

Hayatım boyunca yalnız yürüdüğümden, hızlı mı yürüyorum yavaş mı hiç düşünmemiştim. Sadece yürüyordum işte...

 

Geç kaldığım yerler de oldu erken gittiğim yerler de, yürürken kaldırımlarda bazen ben insanları geçtim bazen insanlar beni...

 

Onlar mı hızlı ben mi yavaşım ya da ben mi hızlıyım onlar mı yavaş hiç düşünmemiştim. Ben yürüyordum, zaman geçiyordu o kadar!

 

Ama şimdi birlikte yavaşlayıp birlikte hızlanmam, bu hayatı adım adım birlikte yürümem gereken biri var hayatımda...

 

Ve ben 46 yıl sonra ‘yürümeyi’ yeniden öğreniyorum.

YAVAŞ YÜRÜYEN HIZLI YAŞLANIR

Barcelona’da yürümekten ayaklarımıza kara suların indiği bir akşam üstü çöktüğüm sandalyede ‘sangria’mı yudumlarken BBC’de şöyle bir başlık ilişti gözüme: “45 yaşından sonra yavaş yürümek hızlı yaşlanma belirtisi!”

 

Züleyha telefonunda sabahtan beri kaç adım attığımıza bakarken ben bir yandan zonklayan ayak tabanlarımın gürültüsünü bastırmaya bir yandan da haberi okumaya çalışıyordum.

 

Doktorlar genelde 65 yaş üstü kişilerde kas gücü, akciğerlerin durumu, denge, görme gibi bazı fonksiyonları ölçmek için yürüyüş hızına bakarken Londra King’s College ve Amerika Duke Üniversitesi’nde ders verip araştırmalar yapan Prof. Terrie E. Moffitt ve arkadaşları Yeni Zelanda’da 45 yaş civarı bin kişinin yürüme hızını ölçmüş.

 

Moffitt ve arkadaşları 40’lı yaşlardaki yürüme hızının insanların vücut ve beyinlerinin ne kadar yaşlandığının bir işareti olduğunu söylüyorlar. Buldukları sonuçlar ise ilginç...

 

Araştırmaya göre yavaş yürüyenlerin vücutları daha hızlı yaşlanıyor, daha yaşlı görünüyorlar ve beyinleri de daha küçük!

 

Yavaş yürüyenlerin akciğerleri, dişleri ve bağışıklık sistemleri hızlı yürüyenlere göre ‘daha hızlı’ yaşlanıyormuş.

 

Prof. Moffitt, araştırmanın yavaş yürümenin yaşlılıktan çok önce insan sağlığı için problem olduğunu ortaya koyduğunu söylüyor.

 

Çocukluktan itibaren yavaş yürüyenlerin IQ’larının hızlı yürüyen çocuklara göre ortalama 12 puan aşağıda olabildiği ise araştırmanın bir başka ‘acayip’ bulgusu.

 

JAMA Network Open'da yazan uluslararası araştırma ekibi, sağlık ve IQ'daki farklılıkların yaşam tarzı seçimlerinden ya da bazı insanların hayata başlarken daha sağlıklı olmalarının bir yansıması nedeniyle de olabileceğini söylüyorlar.

 

Araştırmacılar, genç yaşta yürüme hızını ölçmenin, insan yaşlanmasını yavaşlatan tedavileri test etmenin bir yolu olabileceğini de belirtiyorlar.

“YÜRÜDÜĞÜNDE HER ŞEY MÜMKÜNDÜR”

Yürümenin sağlıkla bağını anlayabiliyorum ama hızlı ya da yavaş yürüme ile ‘zeka’nın ilişkisi tuhafmış...

 

Yürümenin ‘gerçekleri deneyimleme’, ‘hayatını gerçekleşmesi’ olduğunu söyleyen felsefe profesörü Frederic Gros ise hızıyla değil doğrudan yürüme eyleminin kendisiyle ilgileniyor.

 

‘Yürümenin Felsefesi’ adlı kitabına "Yürümek spor değildir” diye başlayan Gros şöyle devam ediyor: “Spor bir disiplindir, performanstır. Yürümek ise yavaş gitmenin en iyi yoludur. Eğer daha hızlı gitmek istiyorsan sakın yürüme! Başka bir şey yap; araba sür, kay ya da uç!”

 

Nietzsche, Rimbaud, Kant ve Rousseau gibi birçok sanatçı ve düşünürün işlerinin merkezinde ‘yürümenin’ olduğunu belirtiyor Prof. Gros.

 

Yürümeyi varlığın gizemini bulmanın ve ‘hızlılıktan’ kaçmanın bir yolu olarak anlatıyor; ardından Rousseau’nun ‘İtiraflar’ındaki şu satırları hatırlatıyor: “Yürüdüğünde her şey mümkündür. Gelecek apaçık şekilde karşındadır. Ve birkaç saatlik bir yürüyüşün ardından kimliğinizden, benliğinizden uzaklaşırsınız. Sadece vücudunuz yürür. Bir geçmişiniz, geleceğiniz, kimliğiniz yoktur. Hiç kimsesinizdir. Sadece yürümek vardır...”

 

Hızın zaman kazandırdığı fikrinin bir yanılsama olduğunu söyleyen Frederic Gros, ‘hızlı yürümenin insanı genç tuttuğu’ iddiasını adeta tekzip ediyor: “Bilakis zamanı hızlandıran acelecilik ve sürattir.”

ADIM ATMIŞ HİÇ YÜRÜMEMİŞİM

Yürümenin ‘kendini bulmanın’ bir yolu olduğunu söyleyen Nietzsche, “Sadece yürürken akla gelen düşünceler değerlidir” demiş.

 

Tam bu noktada roman yazarken tıkanıklık yaşadığında 10 kilometrelik bir parkuru yürüyen Yaşar Kemal geliyor aklıma...

 

Günde ’40 kilometre’ yürüdüğü (hem de bayağı hızlı bir şekilde) iddia edilen Dickens’ın “Eğer hızlı bir şekilde uzaklara yürümezsem patlayıp yok olacağım gibi geliyor” dediğini hatırlıyorum.

 

Barcelona’da bir bankta zonklayan ayak tabanlarımın sızlanmalarına kulaklarımı kapamış, hayatım boyunca sadece adım attığımı ama hiç yürümediğimi düşünüyorum.

 

Kant gibi, her Allah’ın günü aynı saatte, aynı yollu yürümek değil benim hayalim... Bu hayatı adım adım birlikte yürümek istediğim kişiyle daha önce hiç geçmediğim yollardan geçmek istiyorum.

 

Züleyha, “16 bin 345 adım atmışız” diyor.

 

Ayağa kalkıyorum. Daha önce adımımı atmadığım önümüzde uzanıp giden sokağa bakıyorum... Yolumuz uzun...

 

“Yürüyelim mi?”