X

Dün sabah Elif bebeğin 65 saat sonra enkaz altından sağ salim kurtarılması haberini veren Habertürk TV muhabiri Arzu Kaya’nın gözyaşlarını izlerken 21 yıl öncesine gittim!

 

17 Ağustos 1999’da Türkiye’yi 7.2 büyüklüğünde sarsan depremin ardından muhabir olarak, Gölcük’te bir enkazın üzerinde, bir arama köpeğinin işaret ettiği noktada, kurtarma ekiplerini izliyordum. Depremin üzerinden neredeyse 36 saat geçmişti!

 

Bir bacağı koca bir beton bloğunun altında kalmış 25-30 yaşlarında bir erkeği enkazdan çıkarmak için AKUT, madenciler, askerler el birliğiyle çalışıyordu.

 

Enkazın çevresinde onlarca insan kaç saat bekledik şimdi hatırlamıyorum. “Geliyor” sesi enkazdan dışarı yankılandığında kalabalıkta büyük bir dalgalanma oldu. Alkışlar, çığlıklar...

 

Sedyenin üzerinde yatan yaralı genç elden ele beton yığınından aşağı indirilirken bir yandan gözlerimi silip bir yandan fotoğraflarını çekiyordum.

 

Aradan 21 yıl geçti ve ben Allah’ın belası bir ‘dejavu’ yaşıyorum televizyonun karşısında.

 

Aynı enkaz, aynı kurtarma ekipleri, aynı kameralar, aynı gözyaşları, aynı mucize... 21 yıldır her depremde aynı büyük enkazın altından sürüne sürüne çıkıyorum; çıkıyoruz! 21 yıl önceden bugüne gözyaşlarım Arzu’nun gözyaşlarına karışıyor!

AYNI ACI, AYNI GÖZYAŞI, AYNI LAFLAR...

Eminim “Aynı suda iki kez yıkanılmaz” diyen Heraklitos aynı depremlerle tekrar tekrar, yeniden yeniden yıkılan Türkiye’nin kendisini nasıl yalancı çıkardığına bakıp bakıp mezarında ters dönüyordur...

 

17 Ağustos 1999 İstanbul, Kocaeli, Gölcük...

 

12 Kasım 1999 Düzce..

 

23 Ekim 2011 Van...

 

25 Ocak 2020 Elazığ...

 

Yüz yıl önce Erzincan, Bolu, Samsun Kütahya...

 

Şimdi, 30 Ekim 2020, İzmir!

 

Bu depremlerin hepsinde aynı şeyleri tekrar tekrar yaşıyoruz...

 

Değişen hiçbir şey yok!

 

İnsanın kaçıp kurtulamadığı, bir türlü uyanamadığı bir uykuda üzerine çöken lanet bir karabasan gibi... 21 yıl önce Gölcük’te Adapazarı’nda, 9 yıl önce Van’da, 10 ay önce Elazığ’da Malatya’da ne olduysa aynısını yaşıyoruz...

 

Aynı enkaz görüntüleri, aynı kurtarma çalışmaları... Artık çok iyi bildiğimiz aynı acılara gözyaşı döküyoruz, aynı mucizelere sevinip aynı kahramanları alkışlıyoruz!

 

Aynı haberleri yazıyoruz tanıdık kelimelerle, aynı görüntüler ekranlarda dönüp duruyor. Manşetlerdeki başlıklar bile aynı!

 

Tüm ülke tek bir yürek oluyor, aynı yardım kampanyaları düzenleniyor, aynı malzemeleri taşıyan aynı koliler afet bölgesine ulaştırılıyor...

 

Yine sorumsuz, gözünü para bürümüş müteahhitlere, inşaatlarda kullanılan deniz kumuna, kesilen kolonlara isyan ediyoruz.

 

Siyasetçiler, nasıl halkın yanında olduklarını, yaraları nasıl saracaklarını aynı cümlelerle anlatıyor televizyon ekranlarında; tıpkı 21 yıl önce olduğu gibi...

 

Tartışma programlarının ‘star’ları yine deprem profesörleri, “Deprem öldürmez, çürük bina öldürür” diyorlar bilmem kaç bininci kez.

 

21 yıl önce enkazları yağmalayan yaratıklar hiç değişmiyor, “7.2 yetmedi mi” diyen insanlık müsveddelerinin mirasçıları şimdi de sosyal medyada iş başındalar.

İŞİMİZ MUCİZELERE KALMASIN ARTIK

“İnsanlar gelecek günler için yaşarlar, bugünleri gelecek günler için feda ederler” diyor Papini ve devam ediyor: “Ansızın biri onlara bir saat içinde tümünün öleceğini söyleyecek olsa, yaptıkları, yapmış oldukları her şeyin onlar için hiçbir hazzı, hiçbir tadı, hiçbir değeri olmazdı. Yarının uzak kokusu olmasa bugünün kara ekmeğini yemezlerdi...”

 

Artık ‘yarının uzak kokusu için bugünün kara ekmeğini’ yemek istemiyorum ben!

 

Önceki gece Prof. Celal Şengör, Teke Tek Bilim’de Fatih Altaylı’ya ülkemizin altından geçen her bir fayı tek tek gösteren haritalar eşliğinde geçmişte neler olduğunu, gelecekte neler olacağını tane tane anlatıyordu.

 

Bilimin sesine kulaklarımızı kapatıp, aptallığa kucak açmayı ne zaman bırakacağız...

 

Her sahnesini ezberlediğim bu korkunç filmi izlemek istemiyorum bir kez daha; bıktım!

 

Biz neden sürekli aynı ölümü yaşıyoruz!

 

İşimiz mucizelere kalmasın artık... Bir şeyler değişsin istiyorum.

 

Minik Elif’in kendisini kurtaran itfaiyecinin parmağına tutunması gibi biz de bir umuda sarılıp hayata tutunmaya çalışıyoruz...

 

Ama maalesef hiçbir şey değişmeyecek biliyorum. Hepimiz biliyoruz!

 

‘Yarının uzak kokusu için bugünün kara ekmeğini yemeye’ devam edeceğiz maalesef...

 

Korkarım 21 yıl sonra da, bir enkazın başında saatlerce bir mucize bekleyen, başka bir muhabirin gözyaşları benim, Arzu’nun gözyaşlarına karışacak. 21 yıl sonra birisi yine bu yazıyı yazacak... Çok üzgünüm!