X

JOHANNESBURG'DA sakın yalnız gezmeyin ibaresi ile nasıl korkutulduysak, Cape Town'a indiğimizde şehre biraz korkuyla yaklaştık. Ama daha otele giden yolda tur rehberimiz "Johannesburg için söylenilenlerin tam tersini burası için kabul edebilirsiniz" diye içimizi rahatlatınca derin bir soluk alındı. İlk bakışta Los Angeles mı desem Antalya mı desem diye her göz atışımda farklı bir yerle kıyasladığım şehir, sanırım halkının ve havasının sıcaklığından beni hemen etkisi altına aldı. İnsanoğlu'nun Afrika kıtasından dünyaya yayıldığı bulgularını dikkate alacak olursak, böylesine doğaya sahip bir şehre alışmamanın imkanı yok. En güzel yeri olarak nitelendirebileceğimiz liman bölgesine gittiğimizde, Cape Town'ı bu mevsimde normalden daha fazla canlı hale getiren Volvo Ocean Race'in tekneleriyle buluştuk. 11 Ekim 2014 günü Alicante'den yola çıkan 7 tekne Afrika kıtasına varmış, ikinci yarının başlaması için limana demirlemişlerdi. Önceki yarışların görüntülerini ekrandan izlerken tekne yarışlarının ne derece zorluklarla yapıldığını görüp saygım bir derece daha arttı doğrusu. Okyanustaki bir teknede yerimizi alıp, başlama düdüğünün çalınmasını bekleyerek asıl heyecanı yerinde yaşamış olduk. Açıkçası kıyıya yakın olmamıza rağmen okyanus sularının hırçınlığını hissetmek vücudumuza adrenalin pompalarken bir hayli endişelendik. Yaklaşık bir sene boyunca benzer sertliklere maruz kalacak olmaları konusunu hayal bile edemedim.

 

 

 

CESUR TAKIMLAR

 

Yedi ayrı takımın mücadele ettiği yarışta, İngiliz, İsviçre, İtalyan ve Fransız tersanelerinin oluşturduğu dörtlü konsorsiyum tarafından üretilen Volvo Ocean 65 adlı tekneler yarışıyor. Duraklara ulaşana kadar geçen ortalama 20 günlük sürede karaya çıkmayan ekipler, rüzgâr ve denizin inisiyatifinde heyecanlı günler geçiriyor. Hatta takımlardan Team SCA'da sadece kadınlardan oluşan bir ekip var. Alvimedica adlı takımın Türk-Amerikan ortaklığı ile yarışa katılması bizi otomatikman taraf tutmamıza neden olmasına rağmen ben en çok SCA teknesinin de akıbetini merak ediyorum.

 

 

 

AFRİKA HEYECANI

 

Doğa güzellikleriyle ağzınızı açık bırakan Cape Town, hareketli sayılabilecek bir şehir değil. Çok geniş bir araziye yayılan şehirdeki nüfus 5 milyon gibi az bir rakam olunca, şehrin hakkı sadece 2010 Dünya Kupası dönemindeki kalabalıkla verilebilmiş. Hafta içi 5'ten sonra boşalmaya başlayan sokaklarda gece gideyim piyasa yapayım diyebileceğiniz bölgeler yok denecek kadar az. Afrika'nın Miami'si denilen Camps Bay ve üniversite gençliğinin takıldığı Long Street hareketli merkezlerden. Ben şehirde en çok liman bölümünü beğendim. Hem tam karşısına aldığı Masa Dağı'nın ortama kattığı enerji hem de zevkinize göre her çeşit restoranı bulacağınız W&A Waterfront isimli dev alışveriş merkezi, enfes bir manzara karşısında saatlerce vakit geçirmenize neden olabilir.

 

 

 

Cape Town'da Olan Biten

 

MUTLAKA yapılması gerekenlerin başında, Afrika'ya özel bir üzüm olan pinotaj'dan üretilen şaraplar geliyor. Kingklip isimli okyanus balığı ve sanki tavuk yiyormuşsunuz gibi bir izlenime kapıldığınız melek balığı lezzet konusunda başarılı. Uzakdoğu restoranı Willoughbys rezervasyon almadığı halde masa bulmanızın zor olduğu popüler restoranlarından. 4 kişilik masalarda 3 kişi oturmak isterseniz, isteğiniz reddediliyor ve bara alınıyorsunuz. İtalyan sahiplerinin çok sempatik olduğu Posticino'nun tavuk ciğerli pizzası mekânda kuyruklar oluşturuyor. Şehir merkezindeki şampanya barı Jade ise Cape Town'da en sevdiğim mekân oldu. Beefcakes isimli hamburgercinin 9'dan sonra drug queen çıkarıp gay bara dönmesi ise karşılaştığım en garip şeydi.