Taş çatlasa en fazla bir sene gitmemişimdir, yeni Londra'yı görünce şaşırdım. Zengin ötesi kitlenin alışveriş merkezi Harrods'ın olduğu Knightsbridge semti Araplara teslim edilmiş. Harrods zaten Katar'a satılıp işi kökten çözmüşlerdi ama bu sefer koca semt gitmiş. Biz Beyoğlu'nda "Arapça tabelalar var" diye ağlaşıyoruz ama Londra'nın göbeğinde bile var bu dükkanlardan. Normal olarak Londralılar pek takılmıyor bu bölgede. Sosyete biraz daha nehir kıyısına kaymış bu yüzden. Yeni sayılabilecek The Ivy Chelsea Garden restoran mavi kanlıların buluşma noktası adeta.
İçinde bulunduğumuz hafta Londra Kokteyl Haftası olduğu için her yerde özel kutlamalar var tabii ki. Bu sene temalarda afrodizyak katkılı ylang ylang özü bulunuyor. Birkaç tanesini deneyip mutlu oldum. Dikkatimi çeken bir diğer ayrıntı ise İngilizlerin cini yeniden popüler yapma telaşı. Kalorisi az olduğu için daha fazla tercih edilen bu içkiyi sek olarak içenlerin sayısında bir yükseliş var. O yönde bir kısıtlama yok Allah'tan.
İstanbul'un çıldırttığı ressam
1901 yılında Büyükada'da doğan dünyaca ünlü ressamımız Fahrünisa Zeid'in Tate Modern'deki sergisine rastlayınca içim gururla karışık bir buruklukla kaplandı. 1934'de Prens Emir Zeid ile evlenerek onun soyadını ve prenses unvanını alan Fahrünisa Hanım, büyük tuvaller üzerine küçük kareler, üçgenler, dörtgenlerden oluşan geometrik formları en parlak, çarpıcı değerleriyle boyadığı eserleri ile Tate Modern'deydi.
Evlilik sonrası Fahrelnisa Zeid adını alan ressamın hayatı hakkında müzede anlatılanlar hayli ilginçti. İstanbul'da ev odaklı, gayet izole bir hayat yaşadığını söyleyen sanatçı, Londra ve Paris'e gittiğinde bir ucube değil de sanatçı olduğunu anlamış. Sırf farklı olduğu için İstanbul günlerinde kimbilir nasıl davrandılarsa, sanatçı uzun süre kendini dışlanmış hissetmiş. Ve işin kötüsü bu durum Tate Modern'in kapısında kocaman harflerle yazıyor. Düşündüm de İstanbul ve sakinleri bu dışlama olayını hala yapıyor. Nice sanatçı kaçırdık elimizden ama doymadık.
Bardaki Damien Hurst
MAYFAIR'İN kısa sürede klasik olmayı başarmış Asya mutfağı restoranlarından biri Sexy Fish. Sanat ve yemek yeni bir konsept değil ama restoran bunu biraz ileriye götürmüş. Damien Hurst'ün bronz heykelleri, Frank Gehry'nin lambaları derken olay egzotik ve lüks hale bürünmüş. Dizaynı için 15 milyon pound harcandığı söylenen mekanda en merak ettiğim şey barın iki yanından duran heykellere kimsenin dokunmamasıydı. Bizde olsa kesin denizkızının kuyruğu, eli hadi bilemedin parmağı kırılmıştı. 2015'te açılan mekandaki heykellere hala bir şey olmamış.
Ülkemizdeki mekanlarda olup biteni yakından bilen biri olarak, bara bir şey koyunca ya çalındığından ya kırıldığından şikayetçi olan mekan sahiplerini bildiğimden şaşkınlığımı gizleyemedim doğrusu.
Papatya'nın yeri
Son dönem sanatçılardan elimizden kaçırdığımız ise Billur Yapıcı. O da artık Londra'da yaşayanlardan. Eşi Tansel Turna ile kurdukları Nükleer Başlıklı Kız projeleri Türkiye için fazla alternatif kalınca onlar da ülkede kalıp herkesin sevdiği tarda müzik yapacaklarına Londra'da şanslarını denemek için şehir değiştirdiler.
Son dönemde Billur'un yeni şarkısı 'Papatya'nın Yeri' ile gündemde. Taşındıkları ilk günlerde yaptığı şarkı fena halde vurucu. Bir o kadar da alternatif aslında. Londra günleri ise müzikal olarak beslenmeyle geçiyormuş. Bizim görüşmemizden önceki gün Royal Academy'de ünlü flutist William Benneth'in sınıfına girip bedava ders alabilmiş mesela. Bir müzisyen için rüyasında görse inanmayacağı hikayelerden biri. Onlar adına seviniyor insan tabii ama birer ikişer giden değerleri görünce hüzünlenmiyor da değilim.