X

Can Evrenol dünyada bir kült haline gelen Baskın’ın ardından, kanlı korku sevenlerin karşısına Housewife ile çıktı. Filmlerini merak ettiğim ama korkarım diye bir türlü izleyemediğim yönetmenin son filmini izlemek için cesaretimi toplayarak özel gösterimine gittim. Son olarak “Testere” filmini izlemenin ardından neden kendime böyle bir kötülük yaptığımı anlayamadığım için korku filmleri konusundaki jübilemi yaptığımı zannediyordum aslında. Ama Can Evrenol’un önceki filmlerinde anlatılan sürreal gerçekçiliği de merak etmeden duramıyordu insan.

Film öncesinde konuştuğum yönetmen şu sıralar çekimlerini bitirdiği ilk Türk Netflix dizisi The Protector’un kutlama partisine katılıp ertesi gün de yeni filminin çekimleri olacağı için aramızda fazla kalamadı. The Protector için “Çağatay Ulusoy’un yeni dizisi olarak bakılırsa iyi de Netflix’in ilk Türk dizisi olarak bakılınca işin stresi artıyor” diye içinde bulunduğu durumu anlatıyor. E işi kolay değil, kim bilir ne tuhaf yorumlar alacak. En zor izleyici bizim izleyici sonuçta.

Ama bugünün anlam önemi bir başka. Şimdilik tamamı İngilizce olarak çekilen Housewife için toplandık. 70’lerin sanatsal korku filmlerinden izler taşıyan filmde en son Netflix dizisi Iron Fist’te rastladığım Danimarkalı aktör David Sakurai iyi iş çıkarmış. Nat Geo’nun Mars belgeselinden hatırlayabileceğiniz Clementine Poidatz az replikli rolüyle çok konuşmuyor belki ama filmin yükü üzerinde. Ne zamandır dizilerde rastlamadığımız Ali Aksöz de filmin sürprizlerinden. Amerika’daki eğitimi İngilizce bir filmde rahatça oynamasına vesile olmuş, filmi tamamlıyor.

Sonuç olarak bol bol gözümü kapadığım halde Can Evrenol’ün büyüleyici sinematografisine hayran olduğum bir film oldu. Uzay boyutuna geçen fantastik hikayesi ile bildik korku temalarını modern gözüyle bambaşka bir hale getirmesi ve filmin sonuna kadar bu heyecanı sürdürebilmesi etkileyiciydi. Akşam seansları için yer baksanız fena olmaz.

SAHNEDE GÖBEĞE YER VAR MI?

İstanbul’da kalan ve tatile gidemeyen tayfa sıkılmasın diye üst üste organizasyonlar düzenlenirken BKM sayesinde festival tadında konserler izlemeye devam ediyoruz. Son olarak Liam Gallagner’in sahnede şiveli ve küfürlü konuşma stiliyle Manchester’lı İbo gibi olduğunu anladığımız bir gece yaşandı. Millet Oasis hatrına Liam dinlemeye gelse de benim hedefimde Starsailor vardı. 2011’de yayınladıkları ilk albümleri Love is Here’dan sonra menzilimden hiç çıkmayan grup ile buluşmak heyecanlıydı. Müzik sitelerinde sürekli yeni hallerini gördüğüm için pek şok olmasam da sahneye çıkan beyaz saçlı ve göbekli müzisyenleri ayırt etmek biraz zordu tabii. Hemen biz de grup içi kaynatmalara başladık. Hem “James Walsh ne hale gelmiş” diyoruz hemen arkasından da “Ama adam müzisyen yani, istediği gibi takılabilir” anti tezinde bulunuyoruz. Aynı yaşta ve aynı göbekte sahneye çıkan bir kadın olsa James Walsh’a söylenenlerin iki katının ortalıkta döneceğini biliyorum. Galiba sahneye çıkan kişinin cinsiyetine dayanmayıp kendine bakma şartı olmalı. Genelde evli çiftlerde görülen kendini salma sanatı sahne insanlarını da vurunca sonuç kötü oluyor. Sahne işi bu, görsel bir sanat ve içki göbeği bu sanata dahil değil.