Starların kansere yakalanmasından sonra yapılan haberler içimi burkuyor. Geçtiğimiz senelerde Nilüfer'in haberlerine aynı tepkiyi vermiştim şimdi de "Özkan Uğur'a kötü haber" başlığı beni bir hayli üzdü. Tamam, ünlü isimlerin hayatındaki major değişiklikler hepimiz için büyük haber ve hepimizin dikkatini çekiyor, okuyoruz ama haberi yapılan kişinin psikolojisini düşünen kim? "Kanser"
cümle içinde kullanıldığı zaman bile hepimizin tüylerini ürperten bir kelime. Ama aynı zamanda da kendinize hiç konduramadığınız, "benim başıma gelmez canım" dediğiniz durumlardan. Ama benim başıma geldi mesela. 22 yaşındayken akciğerimin bir kısmında kist oluştuğunu ve hemen ameliyata alınmam gerektiğini öğrendim sevgili doktorumdan. O ana kadar sadece filmlerde karşılaştığım bu hastalık bir anda burnumun dibinde bitmişti. Kanser denince kafasında direk "ölüm" çağrışan bir toplumuz, kabul edelim. Aslında bunun da diğer hastalıklar gibi tedavisi olduğu, erken teşhisin hayat kurtaracağını düşünemiyor insan ilk duyduğunda. Hem inanamıyor hem de korkuyor ama en çok da çaresiz hissediyor kendini. Hiç unutmuyorum, haberi aldığım hastaneden çıkıp eve gidene kadar tutmak istemiştim kendimi ama daha fazla hakim olamayıp bir apartman boşluğuna girip hüngür hüngür ağlamıştım. Sonrasında hafif sıyrıklarla atlattım çok şükür ama ilk dönem psikolojik açıdan bir hayli kötüydü. İşte hastalığı algılayana kadar geçirdiğiniz o depresyonlu dönemde bir de hakkınızda yapılan haberleri okumak kimbilir ne hale sokar bünyeyi. Sonrasında aslında o kadar da korkulacak bir şey olmadığını, savaşmaya değer bir hayatınız olduğu için bu kadar kolay pes etmeyeceğinizi fark ediyor ona göre karar veriyorsunuz ama ilk başı yeterince yıkım dolu. Bu yüzden ünlü-ünsüz fark etmez, kanser hastalarıyla girdiğiniz diyaloğu onların kırılganlık derecesini hesaplayarak ilerletseniz fena olmaz. Çeken bilir, gibi klasik bir cümleyle bitireceğim ama malesef tam karşılığı bu!
Yüksek volüm olaylar
Dot'un mart sonunda vizyona giren oyunu Yüksek, benzerlerinin aksine komedi ögesi bir hayli yüksek bir oyun çıkınca ters köşeye yatırdı bizi. Tabii konuyla gelişen şiddeti ve yer yer yapılan siyasi yorumlarıyla olay tamamlandı ve biz izleyiciler sonuna kadar heyecanlı bir oyun izlemiş olduk. Ali Taylor'ın orjinal senaryosundan çeviren ve yöneten Tuğrul Yürek sağlam bir iş çıkarmış.
Özellikle karakterlerin üç Türk arkadaşa çevrilip konunun da İstiklal Caddesi'nde geçmesini sevdim ben. Çünkü adı Antonio ya da Edward olan karakterlerin tiyatro sahnesinde çatır çatır Türkçe konuşmaları, bu yüzyıl işi değil gibi geliyor bana. Neyse biz Yüksek'e dönelim, genç oyuncuların başarısına dönelim. Mehmetcan Mincinozlu'nun dizi filmlerden hatırlayacağınız yüzü bu oyunla akıllara iyice kazınıyor. Onur Öztay ve Aykut Akdere de fena halde başarılılar. Sezon bitmeden yakalayın ve bana hak verin.
Festival durumları
Perşembe gecesi Akbank'ın sponsor olduğu François Ozon'un yeni filmi Başka Bir Hayat'la IKSV Film Festivalinin kendi bünyemdeki açılışını yaptım. City'sdeki salonda ne mısır nesi, ne konuşan seyirciler vardı. Ağız tadıyla film izlerken bir yandan da şaşırmam garipti doğrusu. Hakiki sinema izleyicisine ayrı salonlar mı açılsa acaba diye içimden hafif ırkçı fikirler de geliştirdim ama özlediğim sinema keyfini bir tek festivallerde yapıyor olmak da gücüme gitti. Festivalin bu haftaki bölümünde Ryan Gosling'li Babadan Oğula, Neil Jordan'ın kült film Vampirle Görüşme'den sonra çektiği yeni kanlı filmi Bir Vampir Hikayesi ve klip yönetmeni Jan Ole Gerster'ın ilk filmi Eyvah tavsiyelerim arasında.
Mega fabrika
National Geography'nin belgesellerinin tadı bir başka. Hiç ilgilendmediğiniz alanlar olsa bile öyle bir belgesel sunuyorlar ki karşınıza dikkat kesiliyorsunuz. Kanalın Mega Fabrikalar programı da aynı bu şekilde. Hiç bana göre değil ama tam bana göre gibi enteresan bir durumu var. Dünyanın dört bir yanından devasa fabrikaların gelişimini takip ederken konunun Türkiye ve Vestel fabrikalarına gelmesi göğsümü kabarttı. İzleyip gururlanmanız için pazar akşamı 21.00'da programın tekrarı var.