Bir tablo duruyor duvarda. Önünde bir sürü kalabalık. Tüm telefonlar kendisine dönmüş. Yani günümüz starı değil. Popstar değil. Popüler bir şarkı söylemiyor. Konuşmuyor, sesi ile yok. Hareket etmiyor. Hani son yıllarda konserlerde herkesin telefonu havada sahneyi çeker, görüntüler var ya işte aynen öyle. Ama bu star 1519'da resmedilmiş, cansız. Düşünün 2017'deyiz ve hala herkes bir tablonun peşinde. Mona Lisa'dan bahsediyorum. Leonardo Da Vinci'nin en popüler eseri. Bu gördüğünüz fotoğrafı da pazar günü Paris'te Louvre Müzesi'nde çektim. Dünyanın her köşesinden insan vardı. Sadece Mona Lisa'yı resmetmek için hızla onun olduğu köşeye gidiyorlardı. Birçoğu etraftaki hiçbir eserle ilgilenmiyordu bile. Büyülenmiş gibi Mona Lisa'ya bakıyorlardı. Onunla selfie çekiyorlardı. Bir köşede durdum ve bu karmaşık dünyayı izledim. Daha sonra da Mona Lisa'nın gözlerine bir kez daha dikkatlice baktım ve neden dalga geçip gülermiş gibi baktığını anladım.




Nasıl yetiştirirsen




Küçücük bir beyne ne yüklerseniz gelecekte de onu alırsanız. Sevgi yüklerseniz fazlasıyla sevgi, kötülük yüklerseniz fazlasıyla kötülük. Ben buna inanıyorum. Etrafımdaki kötü insanlara ya da iyi insanlara baktığımda direkt ailelerini, yetiştikleri ortamı görebiliyorum. Kişiliği de katıyorum tabii ki ama yine de sevgisizlik baş düşman. Cuma günü yolculuk filmim Netflix için çekilen Angelina Jolie'nin yapımcılığınıi yönetmenliğini ve Loung Ung ile birlikte senaristliğini üstlendiği, Oscar adayı 'First They Killed My Father-Önce Babamı Öldürdüler'di. Film, 40 yıl önce Kamboçya'ya hükmetmiş Kimer Ruj çetesinin tahribatını bir çocuğun gözünden anlatıyor. 5 yaşında mutlu, renkli, sevgi dolu bir çocuk olan Loung Ung bir anda kötülükle, vahşetle, düşmanlıkla tanışıyor. Anne ve babasının açlık ve savaş ortamında dahi çocuklarına "Birbirinizi sevin, kollayın, sabırlı olun. Çok çalışın ve hayatta kalın" direktifleriyle sevgiyi kaybetmiyor ve düşmanların istedikleri kişi olmuyor. Çünkü temelinde sevgi yatıyor. Acayip etkiledi beni film. Dünyanı kötüleştirmeye çalışan insanların ne kadar çirkinleştirebileceklerini bir kez daha gözler önüne seriyor.




Müzedeki sevgi dolu çocuklar




Filmin etkisinden kurtulamamış, o küçücük çocuğun gözleri aklımda kalmışken, bir gün sonra Paris Pompidou Müzesi'nde bir sürü sevgiyle büyüyen, ağlamayan bağırmayan, mızmızlık yapmayan, şımarmayan çocukla karşılaştım. Sadece bir sanat eserinin etrafına oturmuş, onlara hikayelerle sanatı sevdirmeye çalışan öğretmenlerini dinliyorlardı. Savaş değil, küfür değil, şiddet değil. Sevgiyle hayal güçlerine güzel şeyler aşılanıyordu.




O küçücük yavrucakları düşündüm. Maalesef bu dünyada kötü insanların eline geçse o yavrucaklar, o güzel hayal güçleri 6 ayda kirlenir. Birer savaş makinesi haline gelebilecek kadar küçüklerdi. Allah tüm çocukları korusun, iyi yürekli, sadece sevgi aşılayan insanların, anne-babaların eline düşürsün.




Trende çıt çıkmayınca




Malumunuz biz Türküz. Yolculuklarda sohbet ederiz, konuşuruz, sürekli bir şeyler atıştırırız. Cumartesi günü de arkadaşımla Amsterdam-Paris arası 3.5 saat tren yolculuğu yaptık. Trende çıt çıkmıyor. Sadece kitap okuyorlar, kulaklıkla bir şeyler dinliyorlar. Arada biz arkadaşımla bir şeyler konuşuyoruz, çıt çıkmayan trende göze batıyor haliyle. Arada bir şeyler atıştırıyoruz o da hemen büyük biri sese dönüşüveriyor. Velhasıl bu kadar huzur dinginlik bize göre değil. Bünye alışkın değil mirim.

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR