Son günlerde hangi masaya otursam, hangi ortama girsem, hangi ülkeye, şehre gitsem, ilgili ilgisiz kiminle karşılaşsam, konuşsam bana iki aşkı soruyor.

1-Cem Yılmaz-Defne Samyeli.

2-İdil Fırat-Mert Fırat.

Niye mi soruyorlar?

-Çünkü merak ediyorlar…

Peki en çok ne mi merak ediyorlar?

-Ne zamana kadar süreceğini?

Bakın:

1-Garip, şaşıracaksınız ama şu an size bir itirafta bulunacağım. Ben sadece bir magazin yazarıyım. Falcı ya da geleceği gören biri değilim. Bu mesleğe başladığımdan bu yana ünlülerin yaptıkları konser, organizasyon, film, dizi gibi etkinlikleri daha önceden izleyip size en önceden sunanım. Evet ilk elden aşk haberlerini de verenim. Ancak “İlişki üç vakte kadar biter, ya da evlilikle noktalanır” diyemem. Ki öyle diyen magazin yazarı varsa inanmayın. Külliyen yalan söylüyordur. İnanmayın lütfen.

2-Aşkta başlangıç, sonuç, gelişme, son olmaz. Aşk dediğin kendiliğinden olur. Hesapsız, kitapsız, acilen, aniden, hızla gelişir. Gördüğüm kadarıyla bu iki aşkta aynen öyle gelişiyor. Ve çok güzel ilerliyor.

Ben iki aşkı da bayıla bayıla izliyorum.

Ve 8 Eylül”de İdil ile Mert evleniyor. Çok az kaldı. Çoğu insan üzülüyor ve hatta kötü enerjilerini yolluyorlar.

Ki bence yeter, kötü enerjilerini bi çeksinler bu iki güzel insandan artık. Rahat bıraksınlar lütfen. Sonuç iki kişi karar vermiş evleniyor. Mevzu başkalarını geriyor. Saçma.

Diğer taraftan Cem Yılmaz ile Defne Samyeli muhteşem bir olgunluk aşkı yaşıyor.

Mis gibi, dolu dolu. Harika.

Bayılıyorum ikisine de… Her şeyden önce özlediğim Cem’i izliyorum, onu seviyorum. Adam eski sevimli hallerine döndü farkında değil misiniz?

Şu ara sosyal medya da olan biten

-Birileri birilerine sürekli laf sokuyor.

-Ünlü isimlere laf sokmak moda onu geçiyorum ancak, ünlü isimler de birilerine sürekli laf sokuyor. Onları diğerlerinden ayıran tek özellik ünlüler isim vermeden yapıyor. Kaçak dövüşüyor anlayacağız. Kendi yanıbaşlarındaki arkadaşlarına da laf sokuyorlar.

-Arkadaş arkadaşın çaktırmadan gözünü çıkartıyor.

-Selfie çekmek yine açık ara moda.

-Genel olarak sosyal medya insanı her ay gelen aya selam çakıyor. Örnek vermek gerekirse “Hoşgeldin Eylül” gibi.

-Güneş, deniz, kum fotoğrafları bitti şimdi sıra “Yaz bitmesin” fotoğraflarına geldi.

-Az biraz. Sonra “Kış kapıda” fotoğrafları kendini gösterecek.

Biz hastalanmışız artık kurtulamayız tadını çıkartalım

Önceki gün Berlin’deydim. Memleketime döndüm.

Şükür döndüm. Çünkü olmuyor. Bu kadar Euro farkı varken tadı çıkmıyor. O yüzden biz iyiyiz böyle memlekette, oralara gidip dengemizi bozmaya gerek yok.

Ancak dönmeden bir gün önce Berlin The Grand isimli mekanda bir akşam yemeği yedik arkadaşlarla.

Bir an durup şöyle mekanın içindeki insanları izledim.

Hatta izlemeye doyamadım.

Mekan tıklım tıklım.

Tüm masalar dolu. Ve bu insanları bir tabloyu izler gibi izledim.

Hatta uzun bir süre o anı ölümsüzleştirmek istedim.

Neden biliyor musunuz?

Çünkü:

1-Hiç birinin elinde akıllı cep telefonlarından yoktu.

2-Hatta masanın üzerinde bile telefon yoktu.

3-Yemek boyunca özellikle dikkat ettim, hiç kimse telefonlarını eline almadı.

4-Hiç bir masadan, tek bir kişi bile, selfi çekmeye çalışmadı. Hatta birbirlerinin, topluca masanın fotoğraflarını bile çekmedi.

5-Gelen yemeklerin fotoğraflarını da çekmediler.

6-En en güzeli herkes birbiriyle sohbet ediyordu.

7-Herkes birbiriyle göz teması kuruyordu.

8-Mekanda çocuklar vardı ama asla ses çıkmıyordu.

Sonra düşündüm, biz nerede hata yapıyoruz!

1-Aslında hiç bir yerde hata yapmıyoruz.

2-Sadece “Dur yarım saattir sosyal medyaya girmedim birşeye acaba bir şey mi oldu mu?” durumundayız. Yani “Son dakika”sı bol bir ülkede yaşıyoruz. Korkuyoruz. Ve bu da bizi çaktırmadan telefonla bağımlı hale getirmiş.

3-Son yıllarda her an hareketli zamanlar geçirdik. Bu kanımıza işledi. Artık istesek de o telefonları elimizden bırakamayız. Ve bu durumu da çok ama çok sevdik.

4-Ayrıca insanımız gösterişi seviyor. Yediği yemeği göstermeyi, gittiği mekanı göstermeyi seviyor.

5-En önemlisi sohbet etmeyi bilmiyor.

6-Ve yine en önemlisi elimizdeki telefonlar hayatımıza girdiğinden bu yana gerçekten sohbet etmeyi unuttuk.

7-Çok fazla bağırarak konuşuyoruz ve hep “Ben ben ben ben” diyoruz.

8-Sonuç herkes ünlü, herkes şöhret, herkes “Ben”, herkes biliyor, herkes her şey…

9-Artık kurtulmamız imkansız.

10-Bu halimizin tadını çıkartıp fazla kafa yormayalım.

Alo 155 duyun sesimizi

Hatırlarsanız kısa bir süre önce bir arkadaşım 155 telefon hattını aradığını ancak ulaşamadığını anlatmış, ben de bu konuyla ilgili bir yazı yazmıştım.

Arkadaşım mahallesinde yaşadığı bir sıkıntıyı şikayet etmek için 155 telefon hattını arıyordu ve ulaşamıyordu. Bunu anlattı ama ben de içten içe kendisine pek inanmadım. İnanmadığımı görünce de yanımda bunun sağlamasını yapmıştı.

Ben de bunu anlattım, dile getirdim.

Ve bunun üzerine sayısız mesaj aldım.

Meğer 155 telefon olayından çok sayıda kişi muzdaripmiş.

Bakın size gelen bir kaç mesajı yayınlıyorum:

"Esin Hanım merhaba…Arkadaşınız 155 için haklı aynısını bize de oldu. Gece yarısı Kozyatağı’nda bebeğimle yürürken birbirlerine çarpa çarpa yarış yapan canileri şikayet etmek için aradık duyduklarımıza inanamadık. Yarım saat boyunca aramaya devam ettik ancak sonuç yine operatörler meşguldü. Merak ediyorum acaba evimizin içinde hırsız, katil, olsa aradığımızda yine operatörler meşgul olsa ne olacak? Bunu kim yanıtlayacak. Sevgiler."

"155’e ulaşmak zor harbiden uşaksanız bile ekip inanın oldukça geç geliyor. Emniyete yakındım oysa ki gelmediler, sonra gelmiyor musunuz diye tekrar aramak zorunda kaldım. O zaman geldiler."

"Arkadaşınıza inanın aynı şekilde geçen hafta bende aradım aynı şeklide bekle bekle kimse yok. Operatörler çıkıyor sürekli" diye uzayıp giden mesajlar var inanın.

Yetkililerin bunu dikkate alacağını düşünüyorum.

Hatta almalarını gerektiğine inanıyorum.

Bizler başımıza bir şey geldiği zaman ilk olarak 155’i aramak aklımıza geliyor ve “Operatörlerimiz hepsi şu an doludur” diye bir ses geliyor karşı taraftan.

Ürkütücü…

Lütfen duyun sesimizi…

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR