Malumunuz Halloween yani cadılar bayramı bizim memleketimizde de çoşkuyla kutlanıyor.


Bir kesim evlerinde özel “Cadılar Bayramı” partileri veriyor.


Kimisi bir mekan kapatıyor, dostlarını davet ediyor.


Kimisi de aylar önce hazırlıklar yapıyor.


Gerçekten kim istiyorsa kutlasın.


O kısma takılmıyorum.


Çünkü bizim memleketimizde yıllardır çoşkuyla kutlanıyor. Özel okullarda da bunun için etkinlikler diz boyu.


Kim istiyorsa kılıkların içine girsin.


Kim istiyorsa tuhaf tuhaf makyajlar yapsın.


Asla bir lafım yok.


Ama sadece biraz daha yaratıcılık şart sanki.


Bu sene bizim memlekette herkes ezbere dayandı. Herkes bir kopya.


Joker makyajı yapan ortalıkta salındı.


Adeta memleketin “Joker ile imtihanına” şahit olduk.


Sanki biraz daha özen, biraz daha gelişmiş fikirler biraz daha yaratıcılık.


Zaten ezberci bir milletiz. Bir iş tuttu mu, peşinden koşarız. Ama bu sefer ayyuka çıktı harbiden bu yönümüz.


Mesut Özil ve Amine Gülşe de “Joker” akımına uymuş. Yani kısacası “Joker” olmayan out.

Güzel ve Çirkin

Cadılar Bayramı’nın en anlamlı olayı bence Heidi Klum’un olayıydı.


Bir vitrine oturttular ünlü modeli. Ve herkesin gözü önünde saatlerce süren bir makyaj ile bu fotoğrafta gördüğünüz kişi oldu.


Seneye bizim memlekette de bunun bir benzerini göreceğiz bence. Kesin.


Şimdiden buraya not düşüyorum.


Benim bu olayda en sevdiğim durum bir farklılık vardı. Bir yaratıcılık yaşandı.


Makyajın üzerine zaten tanımıyorum. On üzerinden yıldızlı on süper bir iş çıkarttılar.


En azından Joker görmekten gına gelmiş bu gözlere pek iyi geldi.

Artık ailenin bir araya gelmesi şart

Ben de Zeynep Korel’in açıklamaları sonrasında çok kez yazı yazdım.


Hatta Zeynep Korel’in yanlış bir yol çizdiğini anlattım. Ancak yıllardır görüşmedi anne Hülya Darcan ve kızkardeşi Bergüzar Korel ile buluşup baş başa konuşmalılar.


Geçmişi affetmeliler.


Tamamen bu konuyu kapatmalılar.


Yoksa gerçekten ciddi boyutta sevimsiz bir yere gidecek gibi görünüyor.


Bunu ancak tarafların çözmesi gerekiyor.


Ama gazete sayfalarında değil.


Aile mevzuları gazete sayfalarında çözülemeyecek kadar kıymetli ve değerli çünkü.

24 saat Ankara

Bir gurup arkadaşımla İstanbul’dan öğlen çıktım yola arabayla.


Aramızda ki, Ankaralı arkadaşlar sayesinde yol boyunca sağ olsunlar “Ankara havası bir başkadır”, “Ankara geceleri çok başkadır”, “Ankara da dostluklar bir başkadır”, “Ankara da ortam şahanedir”, “Ankara başka hiç bir yere benzemez” sözleriyle birlikte vardık Ankaraya.


İlk durak Mini Meze Bar oldu. Mezeleri pek güzeldi.


Tabii bizim ekibe Ankara da yaşayan üç-beş kişi de dahil olunca ortam tamamen oldu “Ankara havası”


Çoşku, eğlence, muhabbet, keyif derken yemek sonrası soluğu Ivy de sahneye çıkan Mert Davran’da aldık.


Hem yeni şarkısı “Şölen”i dinlemek hem de Ankara havalarına yavaştan geçiş yapmaktı amaç.


Ve sahne bitiminde “Asla gidilmeden Ankara’dan ayrılmak olmaz” diye düştük yola ve direk Zeki Bar’a.


İlk 1988 de kapılarını açmış Zeki Bar pek meşhur. Hatta ekibimizdeki Ankaralılar “Bizim çocukluğumuz burada geçti”, “Zeki’nin eski yeri daha güzeldi”, “Zeki’ye gitmeden gece bitmez” diye diye bir hal oldular. Tabii


Mekanı anlatıyorum:


-Bar ve payvon arasında sıkışmış bir konsepti var.


-Sahnede iki solist var yan yana şarkı söylüyor. Akıllarına ne gelirse onu söylüyorlar. Öyle repertuarları yok.


-Solistler sürekli kendi aralarında gülüyor, şakalaşıyor. Yani kendi havalarındalar. Biz de gitmişiz de işte öyle işte kendi aramızda takılıyoruz.


-Solistlerin ellerinde sürekli telefonları var. Kendi videolarını, fotoğraflarını çekiyorlar. Orkestra arkadaşlarına takılıyorlar.


-Solistin birine şampanya gidiyor. Ağzına bile değdirmeden masaya bırakıyor.


-Ankaralı arkadaşlarımız “Eski yeri daha güzeldi” diyor. Ama bu yeri de biraz eski gibi gözüktüğü için eski yeri nasıldı hayal edemiyorum.


-Ama masa çok güzel donatılıyor. Yok yok. Bu arada yeşil zeytinleri çok lezzetliydi. Efsaneydi. Aklım kalmadı değil.


-Sonuç mu? Zeki Bar’a gidin. Gidin ama ekibiniz de eğlenceli olsun. O zaman daha keyif alırsınız.



Ve gecenin finali: Aspava.


Çünkü Ankaralı arkadaşlarım “Aspava”ya gidilmeden gece bitmez” dediler.


Aslında daha çok mekan saydılar da, bizim zamanımız yetmedi. Yoksa saydıkları yerlere bakacak olursak yani “Gidilmesi gerek” dersek üç gün, üç gece Ankara’da eğlenme potansiyeli var anladığım kadarıyla.


Neyse Aspava’ya gittiğimizde karnım hiç aç değildi. Hatta toktu bile diyebilirim.


Çünkü Zeki Bar da tüm yeşil zeytinleri yemiş olabilirim.


Ama Aspava da o muhteşem döneri de yedim.


Hatta daha da yemek istedim.


Ankaralılar garsona “Bir SSK versene” diye sipariş ettiler. Meğer SSK, “Soğan, Sos, Karışık” anlamına geliyormuş.


Neyse Aspava’ya da gidiniz. Bol bol mezelerini yiyiniz.


Kaşarlı patates kızartma, cacık ve salata mutlaka geliyor. İstemeseniz bile.


Ve o gece bana bir kuruş bile ödetmeyen Egemen, Koray, Emre ve Hüseyin’e sonsuz teşekkürler.


En yakın zamanda İstanbul gecelerine beklerim. Misafirim olacaksınız.


Ve ben en yakın zamanda zamanda yeniden Ankara’ya gideceğim.


Ancak arkadaşlarımdan tek bir ricam var. “Bana ve daha önce Ankaraya sayısız kere gitmiş ama bazı mekanlara gitmemiş kişilere lütfen üç-beş Ankaralı toplaşınca ilk kez Ankaraya gelmişler muamelesi yapmayanız. Teşekkürler. Tekrar görüşmek üzere. Öptüm”





İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR