Ah şu sosyal medya. Ah şu "Oradaydım, izliyorum" algısı. Ah şu "El aleme gösterme" duygusu. Ah ah ah diye uzayıp giden bir sürü şey söyleyebiliriz elbet. Ve bazıları eminim "E bu sıraladığın şeyleri, sen de yapıyorsun. Şimdi kendini sıyırma, üste çıkma" diyebilir. Yok asla sıyırma gibi bir düşüncem yok ki, evet yapıyorum. Hatta "Oradaydım"ı özellikle gösteriyorum. Hatta "Evet izledim bakın ben buradayım" diye bağırıyorum. Hatta, "Bakın izliyorum bu konuyla ilgili yazacağım. Sonra bana 'Evinde oturdun yazdın' demeyin" diye gösteriyorum. Çünkü yapmam gerekiyor. Ve evet ben bunu neredeyse 30 yıldır yapıyorum. Yani mesleğe başladığım günden bu yana; hatta sosyal medyanın daha esamisi bile okunmuyorken de yapıyordum ne yaptığımı, nereye gezmeye gittiğimi, kimi dinlemeye gittiğimi, kimi sahnede izlediğimi, ne giydiğini, hatta ne giydiğimi, ne yediğimi falan haber yapıyor, yazıyordum. Aslında bende değişen bir şey yok. Ve hatta aynı şeyi yapmaya devam ediyorum. Ben mesleğim gereği yapıyorum fakat siz buna yeni başladınız. Bakın size bir hikaye anlatacağım; Yıllar önce yani mesleğe başladığım zamanlarda o dönemin en popüleri Ricky Martin'in hem konserini izlemek, hem de röportaj yapmak için İtalya'nın Como Gölü'ne gittik bir gurup gazeteci arkadaşım ile. Bazılarımız Ricky Martin ile tek tek fotoğraf çektirdi. Ben hiç oralı olmadım. Çünkü o zaman böyle bir algı yoktu bende gerçekten. Madonna yanıma gelse fotoğraf çektirmek aklıma gelmezdi ki, 16 yaşında konserini izlediğimde de bir kare fotoğrafını çekmemiştim. Neyse İtalya'dan memlekete döndüm, haberimi yaptım. Gazetede çıktı falan. İşte diğer gazeteci arkadaşlarımın da haberleri çıktı. Benim Ricky ile fotoğrafım yok. Diğer bir iki arkadaşımın var. Benim sadece sade bir röportajım yayınlandı. Sonra o dönem müdürüm beni odasına çağırdı, "Neden Ricky ile fotoğrafın yok?" dedi. Ben de "Benim öyle bir merakım yok ki, ünlülerle fotoğraf çektirmek gibi" dedim. O da bana, "Git o zaman evinde otur. İki çocuk doğur ev kadını ol. Sen gazetecisin. Ev kadını ya da bu işi yapmayan biri değilsin. Bu senin mesleğin. Sen çektirmek zorundasın. 'Oradaydım, tanıştım, gördüm' diye yazdığın yazının bir gerçekliği olması gerekiyor. Belki sen oraya gitmedin, bir başkasının yazısını alıp, kendi adın ile yayınladın kim bilecek!!!" dedi. Ve bir de güzel azarladı. Hatta haftalık iznimi kaldırdı, ceza verdi. Yani diyeceğim odur ki, ben böyle alıştım, öğrendim. İşin içine iş giriyorsa yapmak durumundayım. Fakat çoğunluğun işi bu değil ancak bir kez de değil. Konser boyunca sahneyi görüntüye çekiyor. Gözünü telefon ekranından ayırmıyor. Sahnedeki kişiyi görmüyor bile. İşte tam da bu gece boyunca görüntüleyenlere önceki akşam Yeni Gazino'daki sahnesinde Ebru Yaşar, "Arada fotoğraf çekmekten beni izliyorsunuz değil mi?" deyip Japon hikayesini anlattı; "Japon'a sormuşlar 'Tatilin nasıl geçti?' diye. O da 'Eve gidince bakacağım demiş' işte sizinki de o hesap. Beni eve gidince mi izleyeceksiniz" dedi. Bingo!!! Malum Japon turistler ellerinden kameraları bir saniye bile düşürmez her şeyi görüntülerle ya. İşte artık dünyanın çoğunluğu Japon oldu. Ellerde kameralar. Her detayı bir değil defalarca görüntülüyorlar sonra da evde izliyorlar. Durum budur!!! Gece dışarıya çıkma sıkıntıları saymakla bitmez Önceki gün gazeteci arkadaşım Şirin Sever, "İstanbul'da gece dışarıya çıkmak artık eziyet maalesef" diye yazı yazıp gerek pahalılığa, gerekse kavgaya, gerekse taksi sıkıntısına dem vurmuş!!! Yazdıkları doğru. Hatta eksik bile... Gece hayatında sapla, saman o kadar karıştı ki, düzeltebilene aşk olsun... Tamam sadece gece değil, gündüz de bu memleketin aşırı bir taksi sorunu var. Bu artık bizim ciddi bir kamburumuz. Bitmiyor, bitecek gibi de gözükmüyor. Ve artık taksi olmadığı için insanlar kendi özel arabalarıyla korsancılık yapıyor. Ve ciddi kazançlar elde ediliyor. Çünkü taksi yok. Gelen de çok yüksek para istiyor. Mesela örnek veriyorum "Kuruçeşme, Etiler" arasına 400 TL isteyen taksiler var. Ya da Arap turist alıyor. Türk almıyor. Bunlar bilinen gerçekler. Fakat mekanlarda da ciddi sıkıntılar var. Mesela sektöre yeni başlamış ya da hasbelkader işletmeci olmuş bazıları da müşteri ile telefonda konuşurken başka, mekanda ise başka davranıyor. Daha çok yeni başıma geldi. Ki yıllardır gezen, dolaşan biriyim. Mekanlarda nasıl davranıldığını, nasıl rezervasyon yapıldığını, kiminle nasıl konuşacağının kitabını yazarım. Bu hafta sonu Maslak'taki Yeni Gazino'ya ilk kez gittim. Ebru Yaşar'ı dinlemek için. Kalabalık gittiğimiz için fiyatı önceden konuştuk elbet. Konuşmayı da şahsen, direkt ben yaptım. Telefonda konuştuğumuz, telaffuz edilen fiyat o gece bir anda değişiverdi. Hatta işletmeci "Ben sizinle konuşurken bu fiyatı konuşmuştuk" diyerek beni yalancı çıkartmaya çalıştı. Ki ben kulaklarıma mı inanayım, ona mı inanayım şaştım kaldım. Ancak konuşurken yanımda da şahitlerim olduğundan, gönül rahatlığı ile "Bence bunu yapma. Mekan için iyi bir durum değil bu. Ben ne konuştuğumu biliyorum" dedim. Neyse demem odur ki, hesap yüzünden çıkan kavgaların birçoğu da bu sebepten çıkıyor. Eğer bizler işi bilmesek, gezmeyi, görgüyü bilmeyen kişiler olsak kavga da çıkabilirdi. Ki maalesef kavgaların çoğu bu sebeple çıkıyor. Hele son yıllarda "Para el değiştirdi", "Sen benim kim olduğumu biliyor musun"cular çoğaldığını için daha fazla yaşanıyor. Yani işletmeci ne diyorsa, ne konuşuyorsa o cümleye sadık kalmadı. Lütfen bunlara dikkat edin. Bu arada ben Yeni Gazino'ya gerçekten ilk kez gittim. Her zaman da gitmeye devam ederim. Gayet güzel ve şık olmuş. O akşam da 500 kişinin üzerinde insan vardı. Fakat şunu anladım ki, eski sistem, eski işletmeci, eski görgü yok. Hangi mekana gidersen git konuştuklarını kayıt alacaksın. Yani mesajlaşacaksın. Kayıtta kalsın ki, mekanda bir sürpriz yaşanmasın. Kimsenin de başı ağrımasın. Öyle değil mi!!! Siz de bence tüm rezervasyonlarınızı öyle yapın. Çünkü kimse söylediğinin arkasında durmuyor artık. Gece hayatını nabzını tutanlar Zaman zaman size, sahneye çıkan gece hayatının gizli vazgeçilmezlerinden bahsediyorum. Onlardan biri de, 2015 yılında "Aşk Çiçeğim" ile çıkış yapan Oktay Gürtürk. Bir dönem Seda Sayan ile sabah ekranlarında şarkılarını seslendiren Oktay'ın gece müdavimleri çok. Ben de ara ara denk geliyorum sahneye çıktığı mekanlarda. Önceki gün de, kalabalık bir gurup Oktay'ı dinlemeye gittik. En son Yıldız Tilbe'nin "Analar Neler Doğurmuş"u seslendiren Oktay Gürtürk sahnede her şarkıyı söylüyor. Sizi Elazığ'dan alıp Diyarbakır'a, oradan Mardin'e götürüyor. Her popüler şarkıyı söyleyen Oktay şimdi de yeni bir şarkı hazırladığını söyledi. Hatta "Öyle bir şarkı geliyor ki, herkes dinleyecek. Evinde, arabasında çalacaklar" dedi. Benim için de şöyle bir gerçek var ki, iyi bir şarkı yaparsan her kuşağa ulaşırsın. İlla ki, X, Y, Z kuşakları fark etmez. Her yerde çalınır. Ancak öyle bir dönemden geçiyoruz ki, artık her şarkı, her film, her dizi anında tüketiliyor. Hemen geçiyor, bitiyor, gidiyor. Bu sebeptendir ki, müzisyenlerin işi de zor. Fakat dillere dolanan şarkıyı bulunca da mis, tadından geçilmiyor. Bu yüzdendir ki, bu dönem ne seviyor, ne dinliyor, nasıl yaşıyor onu iyi gözlemlemek ve bu doğrultu da yol almak şart. Ben Oktay'dan iyi bir şarkı geleceğine eminim. Merakla bekliyorum.

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR