Gerek 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı'nı, gerekse merak ettiğim Fethiye Kayaköy'ü keşfetmek için geçen hafta Cuma günü zor da olsa uçak bileti bularak düştüm yollara.

Zor da olsa diyorum, çünkü Ege'de yaz bitmemiş. Göçek, Datça, Fethiye, Marmaris'te devam eden yazı yakalamak, denize girmek için tatilciler bayramı da fırsat bilerek akın etmiş resmen. Uçaklar tıklım tıklımdı. Benimse aklımda biraz tarihi içime çekmek, bilmediğim yerleri keşfetmek, vardı. Denize girme fikriyle çıkmadım yola ancak hava çok güzeldi ve tabii bunu da fırsat bilerek Ölüdeniz'de sık sık denize girdim. Bu mevsimde gerek deniz keyfi, gerek yeni insanlar, gerekse tarihin kokusunu içime çektiğim harika bir üç gün geçirdim.

Ama ne tarih.

Fethiye’de az uğranan hatta "Gidilmesi gereken yerler" listesinde bile en son sıralarda bulunan Kayaköy'e hayran kaldım. Yarı yıkılmış tarihi evleri ile bir tepenin yamaçlarını tamamen kaplayan kocaman hayalet köye yani Karmylassos Antik Kenti'ne hayran kaldım.

Bu hayalet köyde, zamanında önemli bir Rum nüfusu yaşamış. Hatta 17. yüzyılda sayılarının 20 bin olduğu tahmin ediliyor. O köyde gezerken yaşanmışlıkları tahmin etmeye çalışıyorsunuz. Bir anda o yılların havasına bürünüyorsunuz.

Tabii bu büyüleyici köyü turistler basmış durumda. Türk'ten çok İngiliz, Fransız, Ruslar var. Ve tabii Çinliler. Kayaköy'de yaşayanların dediğine göre "Türkler çok tercih etmiyor"muş. Hatta çoğu varlığından bile haberdar değilmiş. Fakat benden size kocaman bir tavsiye. Deniz elbet güzel, memleketin dört bir köşesi cennet. Ama Kayaköy Antik Şehri'ni gezin listenize alın derim. Bayılacaksınız.

Fakat lütfen kıymetini bilin!!!

Çünkü birçok tarihi yerlerde olduğu gibi antik kent de bazı tarih sevmez, kıymet bilmezler tarafından zarar görmüş. Mesela aşkını haykıran, sevgilisinin adına duvarlara yazanları bilmeyen yoktur. İşte bu aşıkları bu kez duvarlar kesmemiş olacak ki, güzelim kaktüslerin büyük kalın yaprakları üzerine isimlerini kazımışlar. Tarihi kent plastik atıktan da geçilmiyordu. Ben yine söylendim elbet. Fakat söylenmekle kalıyoruz maalesef. İnsanımız bunları yapmayı bırakmıyor. Tarihi ancak, "Taş işte ne var canım!!!" diyerek geçiştiriyor. Ve bu huylarından da vazgeçecek gibi gözükmüyor. Üzücü!!!

Ama siz siz olun kıymet bilin derim. Tarih önemli.

Tarihi bozmadan, tarihi yaşatmak mümkün

Turisti bol olan Kayaköy'de "Ferrasini satan Bilge"ler de yok değil. Son yıllarda özellikle de korona, sonrası büyük şehirden kaçan entelektüellerin, sanatçıların, zanaatkarların da yerleşik yeri olmaya başlamış bile Kayaköy. Köyün bulunduğu tepenin eteklerine köyün tarihi dokusuna zarar vermeden bir sürü turizm işletmesi açılmış. Ben de bu gidişimde bir kaç yer keşfettim ve tanıştım.

Mesela terk edilmiş eski Rum evlerini 17 yılda toparlayıp restore eden Aslıhan Ünal ile tanıştım. Yakın arkadaşım Ebru Erke ve Antalya'da yaşayan kuzenim Varol Varlı sayesinde adını sık sık duyduğum bu güzel kadın Kayaköy'e ciddi bir güzellik armağan etmiş. Yedi villadan oluşan Ada Dreams History, Kayaköy'e bir zenginlik katmış. "Tarihi yok etmek değil, korumak önemli" mantığı ile yola çıkarak küçük bir işletme oluşturmuş. Bu tarihi atmosferde o yıllarda yaşayan kişilerin fotoğraflarını da duvarlara asmış. Hem de yaşadığı evlere. Düşünün 17'nci yüzyılda o küçük köy ve o taş evlerde yaşayan insanların duygusunu hissediyorsunuz. İçinize çekerek geçmiş yıllara yolculuk yapıyorsunuz yıldızların altında adeta.

Bu arada Kayaköy'de yaşayan kadınların el emeği, göz nuru işledikleri kumaşlarda, kimi kapının perdesi olmuş.

Tarihin fışkırdığı güzel bir yer. Ve çoğunluk müşterileri arasında da İngilizler ve Rus turistler yer alıyor. Yolunuz düşerse gezmek için bile uğrayın derim.

Yeni şeyler mümkün

Bir arkadaşım sayesinde de daha önce tanıştığım gerek siyasetçi gerekse Tahtakeli'nin nabzını tutan Mehmet Onay da Kayaköy'e mesken tutmuş meğer. Tanıyordum kendisini ama o tarihi küçük köy için yaptıklarını görünce alkışlamadan edemedim. O da bir arkadaşı sayesinde tanışmış bu küçük köy ile ve kopamamış.


Havasından mı, suyundan mı bilinmez benim de üç günüm su gibi akıp gitti. Aklım da, mantığım da o küçük köy de kaldı. Bir daha gitmek için bahane ve üretmeye başladım dönüş yolunda.

O derece büyüleyici bir havası var.

Mehmet Abi'nin de küçük güzel bir evi var. Evini de kendi yapmış, tek tek ilgilenmiş. Hemen yanı başında da Chateua Eucalyptus adını verdiği bir de işletme oluşturmuş. Yine tarihi dokuyu koruyan güzel bir yer. İngiliz, Fransız, Rus turistlerin 'Mehmet Abi'si olmuş bile.

Çalışandan daha da çalışan, koşturan biri. Benimde, kaldığım süre boyunca hep ilgilendi. Bir dediğimi iki etmedi.

Mehmet abi, "Ege sahillerini çok iyi bilirim. Datça'dan Marmaris'e kadar, Bodrum'dan Alanya'ya kadar bilmediğim yer yok. Ama Kayaköy başka. Geldim aşık oldum" diyor. Belli ki, dönmeye de niyeti yok. Hatta bana, "Ayda bir iş için geliyorum ama İstanbul'dan nasıl kaçacağımı bilemiyorum" dedi.

Hatta tam döneceğim orada görevli bir arkadaş, "İstanbul'a mı yolculuk" dedi. Ben de "Evet" dedim. Kendisi bana, "Allah yardımcınız olsun. Nasıl yaşıyorsunuz o kaosta" dedi.

Haklılar.

Gerek incir, nar, zeytin ağaçlarının, gerekse bol ve otantik kaktüslerin çevrelediği otantik dar sokaklarıyla, horoz, kedi ve köpek sesleriyle harika bir yerde yaşıyorlar.

Havanın güzelliğini hiç söylemiyorum.

Gecesi başka, gündüzü başka Kayaköy'de adeta mutsuzluk, negatif enerji unutulmuş, tarih olmuş gibi.

Biz İstanbul'a dönenlere üzülmesinler de ne yapsınlar Allah aşkına.

Onlar meğer yaşarken huzurun anahtarını kendilerini yaratmış.

Mutlaka yapın

-Kayaköy'ün dar sokaklarını mutlaka gezin. -Mevsimi geçtiği için incir yiyemedim ama reçellerini mutlaka deneyin. -Köy kahvesinde oturun. -Tarihi antik kentini gezin, üşenmeyin en zirveye çıkın. -Sahili gezin. -Yengeç restoranda yemek yiyin. Denizdeki balıklara ekmek atın. -Cin Bali'de kendiniz pişirin, kendiniz yiyin. -Ölüdeniz'de mutlaka denize girin. -Yıldızların altında oturun, uzun uzun yıldızları izleyin.

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR