HER seferinde "Bu son olsun" diyoruz. Her seferinde "Bitecek" diyoruz. Her seferinde "Bitti" diyoruz ama bitmiyor. Bitmiyor, bitmiyor, bitmiyor. Biz tükeniyoruz. Ölüyoruz, kafa gitti. Beyin ölümümüz gerçekleşti. Kol kalkmıyor, öylece durmak istiyoruz. Ne yapacağımızı bilemiyoruz. Tükendik, bıktık. Usandık. Yıldık. Kelime yok. Artık yok. Bulamıyorum. Yazamıyorum, düşünemiyorum.
Tam da 10 dakika önce geçmişim olay yerinden. Geçmişim işte. Sonra tam bu olay oluyor "Ya ben az önce geçtim oradan. Bana da bir şey olabilirdi" diyorsun ama sonra durup "Olabilir zaten. O kadar can yitip gitmiş. O kadar ana-baba evladı gitmiş. Ben geçmişim, kurtulmuşum. Ama ben yaşarken ölmüşüm" dedirtecek kadar üzülüyorsun. Yok böyle bir duygu. Nasıl anlatayım? Geçen gün de yazmıştım. Utanıyoruz diye. Artık yaşamaktan, spor yapmaktan, uyumaktan, uyanmaktan, eğlenmekten, gülmekten durumlarını geçtim yakında "Kurtuldum" demekten utanıyorum durumuna geleceğiz sanırım. Bilmiyorum. Artık ben bilmiyorum. "Yeter, yeter, yeter" diye avazım çıktığı kadar bağırmak istiyorum. Sadece bunu biliyorum.
Benim canım şarkı söylemek istemiyor
İŞTE oradan geçtim gittim Günay Restaurant'a. Uzun yıllardır Hülya Avşar'ı izlemiyordum. Cenk Eren'le sahneye çıkacaklardı. Onları izleyecektim. Uzun bir nostalji gecesi olacaktı benim için. O gün Günay tıklım tıklım. Müşteri şık ve güzel. Her şey yerinde. Cenk Eren çıkıyor önce sahneye. İki dirhem bir çekirdek. Nasıl heyecanlı, nasıl hazırlandı. Hem 'Ferdi Özbeğen Söylüyor' albümü ilk kez görücüye çıkacak hem de Hülya Avşar ile uzun bir hazırlık dönemi geçirdi o gece için.
Şarkılar şarkılar şarkılar tam eşlik ediyoruz, dinliyoruz derken masadan cılız bir ses "Bomba patlamış çok kötü şeyler var" diyor. Kaldık. Sonra sağıma soluma baktım herkesin elinde telefon. Cenk Eren habersiz. Şarkı söylüyor ama bir tuhaflık olduğunun farkında. Öyle geçiyor bir 10-15 dakika. Müşteri şaşkın. Cenk Eren bir tuhaflık seziyor. Bir bahane buluyor mikrofonu vokalistine veriyor kulise gidiyor. O an ben de kulise gidiyorum.
Yayın yasağı gelmiş. Net bir şey yok. Hülya Avşar da Cenk Eren'de şaşkın. Nasıl olacağını, ne yapacaklarını bilemiyorlar. Cenk Eren sahneye çıkıyor olayı toparlamaya çalışıyor ve Hülya Avşar geliyor. "Şiir okuyayım size burada. 10 tane. Yani şuradan şuraya adım atacak halim yok" diyor. Oradan bir izleyici "Siz öyle sahnede durun biz sizi izleriz" diye bağırıyor ve izleyici 10. Yıl Marşı'nı okumaya başlıyor. Sonra Hülya Avşar "Bunlarda yeterli olmuyor maalesef. Hepsi yüreğimizde ama efendim ne olur özür dilerim. Ben devam edemeyeceğim" diyor. Cenk Eren araya giriyor "Hülya şöyle yapalım. Bugün buradaki misafirlerimize söz verelim, bu geceyi başka güzel günlerde tekrar edelim" diyor. Hülya Avşar "Tabii ki öyle olacak. Burada bir sürü insan var. Bir dahaki sefere küsmez gelirseniz eğer görüşmek üzere" diyor. Ve işte geceyi bitiriyorlar.
Peki nereye kadar?
MEKANDA 400 kişi var. Arka planda bir o kadar kişi çalışıyor, evine ekmek parası götürüyor. Ve bir o kadar kişinin daha karnı doyuyor. O an olay olmuş. Her şey çok taze. Ve herkesin eli kolu bağlanıyor. Tabii ki kimsenin aklı eğlenmekte değil. Ellerde telefonlar. Akıl gitti başka yere. Ben hep yıllardır bunu savunuyorum. İşler durursa istedikleri olur. İşler devam etmeli. Bir bankacı, bir veznedar, bir markette çalışan o an kapatıp evine mi gidiyor? Ya da gitmeli mi? Cumhurbaşkanımız "İşler devam edecek, durmayacağız" diyor.
Diğer yaşanan acılarda köprü açılışları yapıldı, iş makineleri çalışmaya devam etti. Acı büyük. Yas ilan edildi. Zaten acının çirkinliği sonrasında kimse şarkı söyleyemez. Ama ya o an? O an ne yapacağız? Ya o an. Peki o an? Hep böyle mi olacak? Bu bir son olmuyor çünkü. Bitmiyor çünkü. Ne olacak? O kadar para kazanan ocaklar ne olacak? Gerçekten ciddi sıkıntılı ve karışık bir durum. Dükkan açıldığı anda masraf işlemeye başlıyor çünkü. Çünkü bu tarz olaylarda hep sanat dünyası yara alır. Magazin dünyası durur. Zannederler ki hep eğlence var o dünyada. Ama hayır kapısından, tuvalette çalışana, mutfağından, arka plana kadar gizli kahramanları var. Onlar da bu terör belasından sert bir şekilde nasiplerini alıyorlar.
Başka sözüm yok
"19 yaşında Tıp Fakültesi 2'nci sınıf öğrencisi. İstanbul'a, Ankara'dan sadece gezmek için geldiler. Tesadüfen taksiyle oradan geziyorlar. Hepsi bu. Sadece hepsi bu. Sadece bu kadar basit, bu kadar tesadüfü, bu kadar ucuz. Ben istemiyorum oğlum şehit olsun. Benim oğlum katledildi ben bunu söylüyorum. Hepsi bu kadar ucuz" diyor Berkay Akbaş'ın babası ağlayarak. Gencecik evladını kaybeden bir babanın sözleri. Bu kadar işte. Benim de başka sözüm yok. Olamıyor zaten.