Sabahattin Ali'nin 'Kürk Mantolu Madonna'sının ve Ahmet Hamdi Tanpınar'ın 'Huzur'unun bizim sinemacıların, tiyatrocuların, dizicilerin elinden çektiklerinden muhteşem bir korku-gerilim filmi çıkar herhalde!
Yıllardır kendine 'yönetmen', 'senarist' diyen kim varsa dünyada konu kalmamış gibi sürekli bu iki dev romanı 'film', 'dizi', 'oyun' yapmak için proje üstüne proje üretiyor.
Huzur'un tiyatro sahnesindeki macerası benim açımdan hüsranla sonuçlanmıştı yıllar önce. Kürk Mantolu Madonna gibi yıllardır çok satanlar listesindeki bir eserin tiyatro oyunu 'havalı' 'cast'ına ve onca medya gazına rağmen bir sezonda 'tarih' oldu. Uzun süredir Kürk Mantolu Madonna'nın film 'senaryosu' elden ele dolaşıyor Yeşliçam koridorlarında... Hatta kitabın kahramanı Maria Puder'i canlandıracak kadın oyuncu için Fransız yıldız Marion Cotillard'ın bile adı geçti... Şükürler olsun ki şimdilerde bu konu unutulmuş gibi... Ancak şimdi yine böyle bir haberle karşı karşıyayız!
Yönetmen Semih Kaplanoğlu, 'Huzur'u film yapmak için çalışıyormuş. Haberi duyduğumdan beri hiç huzurum kalmadı.
Mümtaz'la nuran'ı rahat bırakın
Tam 8 yıl önce yine bugünlerlede Huzur'un dizi olacağı dedikodusu çıkmıştı. O gün Mümtaz ve Nuran'ı karşıma oturtup sabahlara kadar, "Olamaz, size bunu yapamazlar" diye gözyaşı dökmüştüm...
Reyting canavarının Bihter'e, Behlül'e, Ali Rıza Bey'e yaptıklarının aynısının Mümtaz'la Nuran'ın başına gelecek olması fikri bile cinlerimi tepeme çıkarmıştı...
Bugün 'Huzur'un dizi ya da sinema filmi olmasıyla ilgili aynı şeyleri hissediyorum. Sabahtan beri odamda tarifsiz bir huzursuzlukla bir o yana bir bu yana sinirli sinirli dolanıp önüme gelene “Huzur'a bunu yapamazlar” diye dert yanıyorum... Romanlar dizi ya da sinema filmi olamaz mı? Yo olur... Hem de bal gibi olur...
'Baba', 'Bülbülü Öldürmek', 'Maymunlar Cehennemi', 'Doktor Jivago', 'Beni Adınla Çağır', 'Guguk Kuşu', 'Kuzuların Sessizliği', 'Tranispotting', 'Moby Dick', 'İhtiyarlara Yer Yok', 'Günden Kalanlar', 'Esaretin Bedeli' gibi onlarca (belki yüzlerce) en az uyarlandığı roman kadar hatta belki romandan bile iyi film var...
Bizde başarılı roman uyarlamaları yok mu? Tabii ki var... 'Susuz Yaz', 'Anayurt Oteli', 'Selvi Boylum Al Yazmalım' ilk aklıma gelenler...
Beni rahatsız eden 'Huzur'un film olacak olması ve Yeşilçam'da 'Huzur'u beyazperdeye aktaracak kadar başarılı bir 'senarist' ve yönetmenin olmadığı inancım!
Diliyle öne çıkan bir eser
8 yıl önce 'dizi' olacağı söylentisi çıktığında ne düşünüyorsam kelimesi kelimesine aynısını düşünüyorum ve bağırıyorum:
“Çekin elinizi Huzur'un üstünden!”
90'larda üniversitenin başında ilk okuduğum günden beri Huzur, benim için hep sığınacak bir liman olmuştur. Ne zaman kitaplıktan elime alsam -ki bu düşündüğünüzden çok daha sık olur- bana hep yeni bir şey söyler Huzur... Kitabın satır aralarındaki aşkın, öfkenin, mutluluğun, mutsuzluğun, hüznün, İstanbul'un ekrana benim kafamdaki haliyle yansımayacağı fikri beni delirtiyor...
Hadi geçtim benim kafamın içindeki 'Huzur'u, Semih Kaplanoğlu'nun, doğrusu sadece onun değil başka bir yönetmenin de, Tanpınar'ın o 'incelikli' dilini beyazperdeye yansıtabileceğini sanmıyorum.
Çünkü Huzur, konusundan da önce eşsiz diliyle öne çıkan bir eser..
Mesela Nuran'ın Mümtaz'a söylediği, "Vücutlarımız birbirimize en kolay vereceğimiz şeydir; asıl mesele hayatımızı verebilmektir. Baştan aşağı bir aşkın olabilmek, bir aynanın içine iki kişi girip ordan tek bir ruh olarak çıkmaktır" sözünü hangi oyuncu benim kafamdaki Nuran'dan daha iyi söyleyebilir, hangi yönetmen benim hayalimdeki kadar büyülü ekrana yansıtabilir ki!
Nuran'ı her eve bırakışında sonuncuymuş gibi korkan, insan ruhunun en az tahammül edebildiği şeyin saadet olduğunu düşünen Mümtaz'ın hislerini benden daha iyi kim bilebilir diye günlerdir gözüme uyku girmiyor...
Bir güne bir ömür sığdırıyor
İki diziyle ünlü olmuş, oyunculuğu kameraya 'poz vermek' sanan birinin beyazperdede Nuran'ın gözlerine bakıp "Artık zihnimde değil senin vücudunda düşünüyorum. Şimdi vücudun düşüncemin evidir" dediğini düşündüğümde kafamın içindeki Mümtaz'ın kalbinin orta yerine bir kurşun sıkıp öldürmek geliyor içimden...
Cips, deterjan, birkaç şekerleme, envai çeşit diş macunu reklamı arasına sıkıştırılan bir zamanda hangi büyük sinemacı, "Kadın dediğimiz o acayip ve zengin varlık, o bizden başka türlü ve derin tabiat, kulağına bir saniye kendi uzviyetinin sıcaklığını nakletmişti..." cümlesindeki şiirsellikte anlatabilir Mümtaz'ın Nuran'a aşkını...
Bir güne bir ömür sığdıran bu dev eserin beyazperdeye geleceğini düşündüğümde içime bir hüzün doluyor...
En çok da bir gün bir kitapçıda filmi izleyen bir müşterinin yanındaki arkadaşına, "Duydun mu Huzur'un kitabı çıkmış" demesinden korkuyorum...
Sinemacılarımıza sesleniyorum 'Huzur'a bir huzur verin artık... O roman olarak gayet mutlu bence...