Kandilli sahilinde, gün batımında, yakamozlar deniz üzerinde, telaşla oradan oraya koşuşturuyorlar... Kıyıda iki boş sandalye benimle birlikte, biraz ileride “ışıklarını kısarak uzaklaşan bir Boğaz vapuru”nun arkasından bakıyor. Az önce Mümtaz’la Nuran oturuyordu sandalyede. Saniyelerle kaçırdım onları maalesef! Şimdi yakamozların kovaladığı o vapurdalar... “Derin geceye ve asıl Boğaz’a giriyorlar. Birazdan Vaniköy’de olacaklar. Nuran, iskelenin çıma kütüğü üstünde oturarak konuştukları günü hatırlıyor: ‘Hayat güzeldi fakat yaz bitiyordu... Ne olurdu o da Mümtaz gibi hayata güvenebilseydi. Fakat güvenemiyordu... O, hayata karşısında zayıftı. Bu zaaf yüzenden bir gün Mümtaz’ı, kendisine o kadar lazım olan, kendisine o kadar muhtaç olan Mümtaz’ı kaybedebilirdi. Çünkü kendisini iyi tanıyordu. O bir düşünceye, bir fikre, bir aşka kendisini tam veremiyordu. Onun hayatı paramparçaydı...’

58 SİYAH-BEYAZ FOTOĞRAFLA ZAMANDA YOLCULUK

Ara Güler Müzesi’nde, 2022 yılının ilk sergisi ‘Muhtelif İstanbul’dayım. Onat Kutlar’ın “Hem Türkiye hem de yeryüzüdür” dediği Güler’in ‘muhtelif’ zamanlarda çektiği İstanbul fotoğrafları arasında dolaşırken kendimi Akira Kurosawa’nın ‘Düşler’ filminde Van Gogh tablolarından gezinen resim öğrencisi gibi hissediyorum. 58 farklı siyah beyaz İstanbul fotoğrafın bulunduğu sergide, her baktığımda beni Ahmet Hamdi Tanpınar’ın ‘Huzur’ romanının içine çeken, 1965’te Kandilli sahilinde akşam üstü kalkan bir Boğaz vapuru ve sahilde duran iki boş sandalye fotoğrafından zamanın ve hayatın farklı aktığı ‘Ara Güler Evreni’ne giriyorum.


Biraz önce o iki sandalyeden kalkıp vapura binen ‘Huzur’un iki aşığı Mümtaz ve Nuran’la birlikte Karaköy’den Beyoğlu’na oradan Boğaz’a inen Arnavut kaldırımlı sokaklarda, Ara Güler’in İstanbul’unda, dolaşıyorum... "Işığın, sesin, insanın bile zaman zaman bir yığın şeyin aksi olduğu Boğaz’ın" üzerine Ay doğruyor... Vapur düdüklerinin, Boğaz’ın iki yakasındaki tepelere çarpa çarpa gelen akislerini dinleyen “Mümtaz’ın bu geceden hatırladığı son hayal Nuran’ın bu gül tufanı içinden ve onların üst üste akislerini taşıyan, yorgun, süzülmüş, birkaç türlü düşüncede parça parça, fakat sakin tebessümünde birleşen yüzüydü. Hayır, bütün o şüpheler, azaplar birer vehimdi. Nuran’ı seviyordu...”

ARA GÜLER’İN HİKAYE DEFTERİ DE BU SERGİDE

Ara Güler’in fotoğraflarının yanı sıra İstanbul slayt kutuları, Güler Apartmanı’ndan arşiv kutuları, Leica fotoğraf makinesi ile 1950 ve 1960’lı yıllara ait kontakt baskı örnekleri, hikâyelerini yazdığı daktilo, lise yıllarında kaleme aldığı hikâyelerden oluşan defteri ve bu hikâyelerden biri olan “İstanbul’da Sabah”ın da sergilendiği sergi, insanı içinden geçmekte olduğumuz bu ‘tuhaf’ günlerin karmaşasından uzaklaştırıp, hepimizin hayalinde, ‘ya geçmişe giden bir vapur ya da geçmişe uçan bir kuş’ olan bir İstanbul’a götürüyor. Ben sergide dolaşıyorum Kandilli’den kalkan Boğaz vapuru yakamozlara bata çıka gecenin içine doğru ilerliyor. Mümtaz’ın kendisine, "Vücutlarımız birbirimize en kolay vereceğimiz şeydir; asıl mesele hayatımızı verebilmektir. Baştan aşağı bir aşkın olabilmek, bir aynanın içine iki kişi girip oradan tek bir ruh olarak çıkmaktır..." diyen Nuran’ı eve bırakacağı iskeleye yanaşıyor. Mümtaz’ın “Sevdiği bir şairin ‘canilerin dostu’ diye anlattığı trajik akşam" yavaş yavaş karanlık ve sisli bir geceye yerini bırakıyor...

ÖZLEDİĞİMİZ ZAMANLARA KAÇABİLECEĞİMİZ BİR EVREN

Sergiyi dolaşırken Ara Güler fotoğraflarından oluşan bir ‘metaverse’ evreninde hayal ediyorum kendimi. Samih Rıfat’ın yeryüzünde “İstanbul’un fotoğrafçısı tanımına uyan tek kişi” dediği Güler’in İstanbul fotoğraflarından oluşan bir evren de dolaşmayı kim istemez ki? “Mezarlıklar arasında gülümseyen küçük bir kız, yosun tutmuş mermer taşlar, bir kahvede düşünen yaşlı bir adam, bir teknenin kalafatlanmış gövdesi, bir çöpçü, bir kalaycı, bir manav, bir göçmen, bir yazmacı, bir ahşap ev, bir sokak, bir cadde...” içinde boğulduğumuz bugünümüzden özlediğimiz zamanlara kaçabileceğimiz bir Ara Güler Evreni! Ara Güler Müzesi Arşiv ve Araştırma Merkezi Müdürü Umut Sülün, “Neden olmasın” diyor... Bir gün böyle bir şeye karar verilirse müzenin teknolojik alt yapı olarak buna hazır olduğunu belirtti. Olsun, keşke de olsa; bence harika olur... Geçtiğimiz günlerde, “Sultaniyegah’ın, Mahur’un, Segah’ın iklimlerinde mahpus” olan Nuran’la Mümtaz’ı buluşturduğum bu evren, uzun süredir kendimi en mutlu hissettiğim yer oldu benim için...

KENDİNİZE BİR İYİLİK YAPIN BU SERGİYİ KAÇIRMAYIN

Kandilli’den “Işıklarını kısarak uzaklaşan bir Boğaz vapuru” çoktan gideceği iskeleye vardı. Mümtaz ile Nuran şimdi eski bir su kemerinin altında geçerek, Nuran’ın evinin sokağına girdiler... Yanlarında bir at arabası, elinde fotoğraf makinasıyla bir fotoğrafçı geçti. “Mümtaz, Nuran’ı her eve bırakışında bunu sonuncu zannederek korkardı. Ona göre insan ruhunun en az tahammül edebildiği şey –belki daha ötesi olmadığı, kendimize mühlet vermeden yaşamaya mecbur olduğumuz için olacak- saadettir. Istırabın içinden geçeriz. Tıpkı çalılık, taşlık bir yolda yürür, bir bataktan kurtulmaya çalışır gibi ondan sıyrılmaya çalışırız. Fakat saadeti bir yük gibi taşırız ve bir gün farkında olmadan yolun bir ucunda, bir köşeye bırakıveririz...”


Mümtaz ve Nuran’ı Ara Güler’in siyah-beyaz fotoğraflarından oluşan o ‘evrende’ bırakıp, bir yük gibi taşıdığım, ‘saadeti’ üstümde atarak ‘ıstıraplı’ bugüne döndüm... Şimdi metroya yürüyorum, duygularım Ara Güler fotoğrafları gibi ‘muhtelif’!.. Siz de kendinize bir iyilik yapın kendi kahramanlarınız, düşlerinizle ‘Ara Güler Evreni’nde bir yolculuğa çıkın bence...



İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR