“Bir şehirde senelerce oturulur. Bıkılır.
Usanılır o şehirden; her yerini gördüm, tanıdım sanılır.
Ama daha ne görülmedik insanları, ne görülmedik sokakları, her gün önünden dört beş defa geçtiğimiz halde iyice göremediğimiz binaları vardır.
Birden kafamızı kaldırır, ben bu binanın, sırtında böyle insan büyüklüğünde heykeller taşıdığını bilmezdim, deyiverirsiniz...”
Geçen çarşamba Kadıköy çarşısındaki, kilise meydanında, bir mermerin üzerinde yatan timsah heykeline bakarken Sait Faik'in yukarları satırları geçti aklımdan.
1990'ların başında binbir güçlükle 'kapağı attığım' üniversiteden beri Kadıköy sıkıntılarımdan kaçışın adresi olmuştur hep benim için! Farsça ile Çağatayca derslerinde önümdeki metinlere boş boş bakmaktansa, 'okulu kırıp' sahile inerek, Beşiktaş İskelesi'nin yan tarafında çiçekçilerin önündeki, 'hasır' taburelerde bir bardak çay eşliğinde denizi seyretmeyi tercih etmişimdir çoğu zaman.
Göztepe Kampüsü'ndeki kantinlerde hep aynı yüzleri görmektense Moda'da çay bahçesinde 'günü batırmak', Altıyol'da, Bahariye'de, çarşıda Resul'le, '10 milyonlarca' adımlık, 'Beatnik' yürüyüşlerimizde Borges'ten girip Gary Larson'dan çıktığımız sohbetler yapmak 25 yıl sonra, bugün bile en keyfi aldığım şeylerin başında geliyor...
Mastercard'ın 'Paha Biçilemez İstanbul' projesi kapsamında Kadıköy'de 'lezzet turu' davetini aldığımda, “Her köşesini bilsem de en sevdiğim şeyi yapacağım Kadıköy'de dolaşacağım” diyerek hemen “Tamam” dedim...
Turun daha ilk adımında, önünden defalarca geçtiğim, o timsah heykelinin oraya iş olsun diye konmadığını, Kadıköy sokaklarında 'kanaryalar'dan 'boğalar'dan binlerce yıl önce timsahların dolaştığını öğrendiğim de 'Kadıköylülüğümden' utandım!
Ben de Sait Faik gibi kafamı kaldırdım ve “Bu heykelin buraya bunun için konulduğunu bilmiyordum” deyiverdim...
BİR LOKUMLA 25 YIL GERİYE
Şef Metin Süerkan önderliğinde 30 yıla yıkındır yürüdüğüm yolları sanki ilk kez geçiyormuşum gibi adımlamaya başlarken ilk durağımız dünyanın en eski işletmelerinden, 241 yıllık Ali Muhiddin Hacı Bekir oldu.
Hacı Bekir'in, 1900'lerin başında geldiği dükkanı restorasyon nedeniyle kapalıydı. Bina tarihi eser kapsamında olduğu için restorasyon yaklaşık 2 yıl sürecekmiş; lokumları ve şekerleri hemen iki dükkan yanındaki 'yeni yerinde' 'eski lezzetinde' beni bekliyordu.
Yağmurlu bir günde girdiği girdiği sütçü dükkanında içtiği ılık sütün tadıyla çocukluğuna dönen Sait Faik gibi, ağzıma attığım tek bir fıstıklı lokumla, sırtımdaki 25 yılın ağırlığını üzerimden atıp, 20 yaşıma dönüverdim...
'Paha Biçilemez İstanbul-Kadıköy turu' benim için o an bir zamanda yolculuğa dönüştü.
Şekerlemeciden çıkıp gittiğim kuruyemişçide gördüğüm 'kuru yeşil üzüm'den tadarken kendimi Musa'nın kutsal sandığını bulmuş Indiana Jones gibi hissediyordum.
Bunca yıl önünden geçtiğim dükkandaki kuru yeşil üzümü hiç görmemiş olmam benim suçum muydu yoksa, yıl içinde çok kısa bir süre tezgahlarda görünüp kaybolan, yeşil kuru üzümün mü bilemedim?
Çok değil 6 ay önce İstanbul'a ziyaretime gelen arkadaşlarım Fransız Juliette'le Sloven Ursha'ya acur turşusu tattırdığım Özcan Turşu'da Boşnak biberi, süt, lor, kaymakla yapılan 'soka turşusu'nu nasıl daha önce görmediğime hala inanamıyorum!
Saatlerce içlerine balıklama dalmak istediğim zeytin tezgahlarının, bal kovanlarının, envaiçeşit peynir kalıplarının arasında dolaştıktan sonra çok eski bir dosta yemeğe gittik.
İLK LOKMADA AŞK: ASİDE
İlk açıldığı yıllardan beri fırsat buldukça gittiğim, artık sadece Kadıköy'ün değil dünyanın lezzet hazinelerinden biri olan Çiya'ya oturduğumuzda şu 45 yıllık ömrümün hatırı sayılır bir bölümünü geçirdiğim Kadıköy'ün avuç içi kadar çarşısında bilmediğim, görmediğim ne kadar çok şey varmış diye düşünüyordum.
Tur bitmeden yuvalamasından doğramasına, zeytin piyazından firik pilavına her lezzetini bildiğim Çiya “Dur daha bitmedi” der gibi beni Aside'yle tanıştırdı...
Bamya, süt, un, soğan, patates, biber, Sarımsak, biber ve tereyağından yapılan Aside daha ilk lokmada 'paha biçilemez bir tat' oldu benim için...
Şef Metin Süerkan önderliğinde 'Paha Biçilemez İstanbul'un içinde binbir çeşit lezzet barındıran köşesi Kadıköy'de çıktığımız 'lezzet turu' bitip eve dönmek için vapura bindiğimde Sait Faik'in yukarıdaki satırları kafamın içinde dönüp duruyordu: “Bir şehirde senelerce oturulur. Bıkılır. Usanılır o şehirden; her yerini gördüm, tanıdım sanılır...”
Vapur iskeleden ayrılıp Haydarpaşa'ya doğru süzülürken ağzımda çok iyi bildiğim bir tat, Kadıköy sahile baktım; 'hasır taburelerde' 20'lerinin başında bir üniversiteli oturmuş yanındaki arkadaşıyla hararetle Allen Ginsberg, William Burroughs, Jack Kerouac'tan bahsedip Kadıköy As'ta David Cronenberg'in yeni filmi Naked Lunch'ı izlemek için plan yapıyordu...