2000’lerin başında, hayatımda ilk kez, büyüdüğüm şehirden, sevdiklerimden, hatta kendimden bile uzakta, Aylesbury’de 8-10 metrekarelik bir odada bir başıma, ‘gerçek hayat’la tanıştım. Her akşam 6-7 saat bulaşık yıkadıktan sonra odama dönüyor, durmaksızın bana bir şeyler söylemeye çalışan, geveze, ‘gerçek hayat’ın dilini anlamaya çalışıyordum. Odanın yarısını kaplayan yatağıma uzanıp, ayakta durmaktan zonklayan ayaklarımı küçücük odamın duvarlarına dayadığım geceler birbirini kovalarken, sesi kulaklarımdan gitmeyen ‘gerçek hayat’ın dediklerini anlamaya başladım yavaş yavaş... Bir başımaydım; çok param yoktu, her gün bayat pizza yiyordum ‘gerçek hayat’ berbattı ama ben onu çok seviyordum çünkü hayatımın hiçbir döneminde olmadığım kadar özgürdüm!


İşte tam da o günlerde 6 yeni arkadaşım oldu.


Onlar ben onları tanımadan 6-7 yıl kadar önce tanışmıştı. Onları ilk gördüğümde sevmediği bir adamla evlenmemek için düğününden kaçan Rachel, babasına isyan edip, özgürlüğü seçiyordu. Babasının parasını harcadığı kredi kartlarını makasla keserken çocukluk arkadaşı Monica onu yüreklendiriyordu: “Gerçek dünyaya hoş geldin. Berbattır ama onu çok seveceksin...”


20 yıl önce Aylesbury Kütüphanesi’nden kiraladığım VHS’de izlediğim ilk bölümlerinden bu yana Friends bir şekilde hep hayatımda oldu. Monica, Phoebe, Rachel, Ross, Chandler ve Joey, benim tatlı arkadaşlarım, hepimiz 20’lerimizdeydik aşktan işe, aileden kendimize bilmediğimiz bir dolu şey vardı. Bir şekilde hem kendimizi hem dünyayı anlamaya çalışıyorduk işte...

“ARKADAŞLARINIZ AİLENİZDİR”

1993 yılında Marta Kauffman ve David Crane genç, kentli seyircileri yakalayacak bir proje arayan NBC kanalına ‘bir grup genç hakkındaki’ sit-com fikirlerini anlattı. NBC’nin aradığı Seinfeld’in başarısını tekrarlayacak bir ‘iş’ti. Ailelerinden çok arkadaşlarıyla vakit geçiren bir dizi için genç bir izleyici kitlesinin var olduğuna inanıyorlardı.


New York’ta bir grup çok iyi arkadaşını bırakıp Los Angeles’a taşınan Crane, rengarenk koltukları birbiriyle uyumsuz, sandalyeleri yıpranmış, gençlerin kapısında ayaküstü sohbet ettiği bir kafenin önünden geçerken bir efsanenin doğuşunun ilk tohumları zihninde yeşermeye başladı.


NBC’nin önüne koydukları proje taslağında dizinin adı ‘Insomnia Cafe’ olarak yazıyordu. Dizinin sloganı da şuydu: “Arkadaşlık hakkında çünkü koca bir şehirde bekar ve tek başınızaysanız arkadaşlarınız ailenizdir.”


Diziyle ilgi ilk baştan kesin olan tek şey 6 arkadaşın adlarıydı. Daha ilk taslakta Monica, Phoebe, Rachel, Ross, Chandler ve Joey yazıyordu.


Boşanma oranlarının arttığı 80’lerde büyüyen çocukların çoğu 90’lara parçalanmış ailelerden geliyordu. Arkadaşlardan bir aile yaratma fikri NBC’nin çok hoşuna gitti.


Annesi ve babası ayrılmış Phoebe, babası cinsiyet değiştirmiş Chandler, babası annesini aldatan Joey, çok mutlu olduklarını düşündüğü annesiyle babası ayrılık kararı alan Rachel, hamile karısının lezbiyen olduğunu öğrenen Ross ve annesine bir türlü kendisini beğendiremeyen Monica 22 Eylül 1994’te ilk kez Central Perk’te izleyiciyle buluştuklarında ‘Hayatları berbattı ama onlar onu çok seviyordu...’

IRKÇI, AYRIMCI VE HOMOFOBİK

Winchester Üniversitesi’nden Neil Ewen’ın dediği gibi ‘aileleriyle yaşayamayacak kadar yaşlı, kendi ailelerine sahip olamayacak kadar genç' bu 6 kişi koca bir okyanus olan ‘gerçek hayat’ta başlarını suyun üzerinde tutabilmek için 10 yıl boyunca birbirlerinden destek aldı.


236 bölüme sığdırılan 'hayatları' boyunca eşcinsel evlilikten, cinsiyet değişikliğine, taşıyıcı annelikten, kısırlığa, evlat edinmeden, bekar anne-babalığa onlarca farklı konuyu ekrana getiren ‘arkadaşlar’ tonla da hata yaptı.


Bir eşcinsel çiftin evliğini gösteren ilk sit-com’lardan biriydi Friends ama aynı zamanda bir dolu homofobik espri de yapıyordu sıkı dostlar.


Oyuncu kadrosunda siyahi oyuncu eksikliği ise yıllar içinde daha da dikkat çekmeye başladı.


Ancak yayınlandığı dönemde bunlar o kadar da dikkat çekmiyordu doğrusu. İnsanlar her hafta ekran karşısına geçip Monica’nın takıntılarına, Phoebe’nin fantastik dünyasına, Joey’inin aptallıklarına, Chandler’ın başarısız aşk hayatına ve Ross’un şapşallığına gülüyordu.


Cinsiyetçilikti, ırkçılıktı, ayrımcılıktı, homofobiydi çoğu kimsenin umurunda değildi. 2004’te ‘Friends’ son kez izleyiciyle buluştuğunda 10 yıllık bir serüvenin sonunda kahramanlarımız da ‘gerçek hayat’la barışmıştı. Artık gerçek hayat o kadar berbat değildi ama hala onu seviyorlardı. Ross’la Rachel nihayet kavuşmuştu. Chandler ile Monica nihayet bebek sahibi oluyor, kimseyle evlenmez denilen Phoebe dünya evine giriyordu. Joey oyunculuktaki ‘büyük çıkışını’ yapmak üzere Los Angeles’a taşınıyordu.

FRIENDS DÖNEMİNE GÖRE İLERİCİYDİ

Birkaç yıl önce benim tatlı arkadaşlarım Monica, Phoebe, Rachel, Ross, Chandler ve Joey’nin ırkçı, cinsiyetçi, homofobik olduğunu ilk okuduğumda “Hadi canım sende...” diye dudak bükmüştüm oturduğum yerde.


Dünyanın dört bir yanında dizinin fanatiklerinin de aynı tepkiyi verdiğinden emindim. 2018’de bütün bölümlerinin Avrupa ve ABD'de Netflix'e konulmasıyla birlikte başlayan Friends'le ilgili suçlamalar, örneklerle alt alta sıralanınca bir an duraksadım. Kahkahalarla güldüğüm bazı esprilerin nasıl homofobik olduğunu hiç fark etmediğimi gördüm.


Friends'in ekrana ilk geldiği 1994 ve son bölümün yayınlandığı 2004'ten bu yana geçen yıllarda ırkçılık, cinsiyetçilik ve homofobi konularına toplumların bakışı değişirken Monica, Phoebe, Rachel, Ross, Chandler ve Joey’nin yerinde saydığını görmek üzdü beni doğrusu.


Oğlu Ben, Barbie bebekle oynadı diye lezbiyen eski karısını suçlayıp ona daha maskülen oyuncaklar alan, erkekten dadı olmaz diye tutturan saflar safı Ross'un homofobik olduğuna inanmam biraz zor doğrusu... Ya da omuz çantasına düşkünlüğünden dolayı gay muamelesi gören Allah'ın aptalı Joey'nin cinsiyetçilikle uzaktan yakından ne ilgisi olabilir ki! Herkese gay olmadığını kanıtlamaya çalışan, 'darq queen' bir babanın oğlu Chandler mı homofobik olacak; güldürmeyin beni... Lisedeyken obez olan Monica’nın ‘şişmanlar’la alay edebileceğine kim inanır?


Ancak Friends'le yeni tanışan ‘Milenyum’ gençliğinin ‘gerçek hayatı’ 90'ların Y Kuşağı'nın anladığı ‘gerçek hayat’tan farklıydı işte. Dizideki birçok esprinin cinsiyetçi, homofobik ve ırkçı olduğunu düşünüyor onlar. Anne babalarının bu esprilere nasıl gülebildiğine bir anlam veremiyorlar.


Eski dostlarımızın 15-20 yıl önce bizim yüzümüzü güldüren esprileri şimdinin gençleri tarafından 'saldırgan' bulunuyor.


Ross’u canlandıran David Schwimmer, Guardian’a verdiği bir röportajda diziyle alakalı yapılan ‘ırkçı ve cinsiyetçi’ suçlamaları için “Umurumda bile değil” diyordu: “Dizi yayınlandığı dönem için seks, ilişkiler, eşcinsel evliği konularında ilericiydi. Eleştirenler diziye o dönemin penceresinden bakmaya ve ne yapmaya çalıştığını anlamaya çalışmalı.”


Schwimmer ırkçılık suçlamalarına da Ross’un Asya-Amerikalı ve dizinin son sezonlarındaki Afrika-Amerikalı sevgililerini hatırlatarak cevap veriyor..


Phoebe’yi canlandıran Lisa Kudrow ise dizide rol aldığı için hiçbir zaman bir pişmanlık duymadığını belirtip ekliyor: “Dizi bugün çekilse 6 arkadaşın tamamı beyaz olmazdı bundan eminim. Ama Friends yayınlandığı dönem için ilericiydi...”

BAŞKA BİR ÇAĞIN KAHRAMANLARI

Dizide etnik çeşitliliğe daha fazla yer vermedikleri için pişman olduğunu söyleyen Marta Kauffman, “Bugün bildiğim şeyleri o zaman da bilmek isterdim. O zaman çok farklı kararlar verebilirdim” diyor. Kauffman dizinin 25. yılı nedeniyle gerçekleştirilen bir buluşmada da, karakterlerin ‘şimdi ne yaptığını’ anlatırken değişen çağa gönderme yapıyordu: “Ross ve Rachel’ın harika bir ilişkisi var ama kızları Emma terapi görüyor...”


Monica, Phoebe, Rachel, Ross, Chandler ve Joey başka bir çağın kahramanlarıydı. 1990’larda kimse onlara “hayatın böyle olacağını söylememişti...”


Finalden 17 yıl sonra dünyanın dört bir yanında birçok TV kanalının ve dijital platformun bölümlerini yayınlamak için hala yüz milyonlarca doları gözden çıkardığı, son bir bölüm için yeniden biraraya gelsinler diye oyuncularına milyonlarca dolar ödenen, bugünlerde Netflix’te yayınlanacağı haberiyle ülkemizde yeniden gündem olan ‘Friends’in gençleri aileden uzaklaştırdığı, ahlaksızlık pompaladığı gibi saçmalıkları okurken kendi kendime ‘oh... my... god...’ diye çığlık attım.


20 yıl önce berbat ‘gerçek hayat’ıma aşık olmama neden oldukları için ben hala onları çok seviyorum...


Kaçıncı olacak artık hatırlamadığım, 236 bölümü yeni baştan izlemek için de sabırsızlanıyorum doğrusu. Ama konu cinsiyetçilik, ırkçılık, homofobi olunca onlar için “I'll be there for you...” diye şarkılar söyleyemeyeceğimi de bilmelerini isterim eski dostlarımın...

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR